Powered By Blogger

20 Mayıs 2015 Çarşamba

44) KELEBEĞİN RÜYASI (2013)

Senaryo ve Yönetmen Yılmaz Erdoğan
Görüntü Yönetmeni Gökhan Tiryaki
Müzik Rahman Altı
Yapım BKM/ Necati Akpınar


Kurgu: Bora Gökşingöl, Sanat Yönetmeni: Hakan Yarkın, Kostüm Tasarım: Gülümser Gürtunca, Uygulayıcı Yapımcı: Oğuz Peri, Pelin Kaya, Yapım Tasarım: Kıvanç Baruönü, 1. Kamera Asistanı: Serkan Gülgüler, Focus Puller: Serkan Gülgüler, Panther Operatörü: Erdoğan Gündoğdu, Ses Tasarım: Burak Topalakçı, Ses Kayıt: Levent İntepe, Cast Direktörü: Rezzan Çankır


Oyuncular: Kıvanç Tatlıtuğ (Muzaffer Tayyip Uslu), Mert Fırat (Rüştü Onur), Farah Zeynep Abdullah (Mediha Sessiz), Belçim Bilgin (Suzan Özsoy), Ahmet Mümtaz Taylan (Zikri Özsoy), Yılmaz Erdoğan (Behçet Necatigil), Devrim Yakut, Funda Şirinkal , İpek Bilgin, Ayten Soykök, Emin Gürsoy, Celalettin Demirel, Aksel Bonfil, Servet Pandur, Barış Çakmak, Salih Kalyon, Engin Şenkan, Miray Akay,  Kelebeğin Rüyası'nda Zonguldak'ta yaşamış yazarlar Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayatı anlatılacak. Yapımda Yılmaz Erdoğan, Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ, Belçin Bilgin, Farah Zeynep Abdullah, Taner Birsel, Ahmet Mümtaz Taylan gibi sinema ve televizyon dünyamızın önemli isimleri yer alıyor.


Zonguldak'ta yaşayan, iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, yeni yeni modernleşen bu madenci kentinde memuriyet hayatlarını sürdürürken, bir yandan da sanatla, edebiyatla ve en çok da şiirle iç içe yaşamaktadırlar. Ayakları üzerine yeni kalkan genç Cumhuriyet, bir yandan modernleşme çabasındayken, aynı yıllarda Avrupa'da da çetin bir savaş yaşanmaktadır. Belediye Başkanı'nın kızı Suzan'ın Zonguldak'a geri gelmesiyle Rüştü ve Muzaffer'in şiire olan inancı daha da artar. Henüz lise öğrencisi olan Suzan, çevrenin istememesine rağmen iki gençle yakın arkadaş olur. Fakat 1940'lı yılların vebası olan verem, iki genç insanın da sağlığını git gide tehdit etmektedir. Rüştü ve Muzaffer'in hem kendi gelecekleri, hem de dünyanın gidişatı hayra alamet değildir.(Şiir Bahane, Maksat Şaire Güzelleme Güzin Tekeş 21 Şubat 2013)


“Şairler yazmadan önce kimse ölümü sevmezdi.” Behçet Necatigil

Sene 1941, kara elmasın başkentindeyiz. II. Dünya Savaşı’nın yokluk günlerini kendine fon almış bir şehrin kömür karası yüzleri arasında açılır sekans. Daha ilk bakışta kendini belli eden Gökhan Tiryaki kareleri arasında iki heyecanlı şairle buluşuruz. Şiirlerinin, gönderdikleri dergide yayınlanmamış olmasının hayal kırıklığı yaşayan Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu, dostlukları ve şiire olan tutkuları dışında tutunacak hiçbir şeyleri olmayan iki genç şairdir. Yokluğun hırpalamışlığı yetmezmiş gibi ikisi de “ince hastalıktan” muzdariptir. En büyük destekçileri ise o yıllarda Zongul-dak’ta öğretmenlik yapan Behçet Necatigil’dir. Rüştü ve Muzaffer’in “şiire bahane hayatları”, belediye başkanının kızı Suzan’ın şehre gelişiyle yepyeni bir ivme kazanacaktır.


Yeşilçam geleneğinin aksine, aynı kıza âşık dostların birbirine düşman olmak yerine dostluklarını pekiştirdikleri bir öyküye daha önce de genç yaşta kaybettiğiniz yönetmen Seyfi Teoman-’ın “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” filminde rastlamıştık. Yılmaz Erdoğan da filminde tıpkı Teoman gibi dostluğu aşkın önüne koyan bir hikâye anlatmış bizlere. Gerçi Erdoğan aşkın, dostluğun ve hatta hayatın önüne de şiiri koymuş filminde. Öyle ki iyisiyle kötüsüyle her şeyin şiir için bahane olduğu sıkça vurgulanıyor “Kelebeğin Rüyası”nda. Her ne kadar “mükellef yasası” ile köylülerin Zonguldak’taki maden ocağında çalışmak mecburiyetinde bırakılması filmde epey yer kaplasa da ana hikâyeye fon olmaktan öteye gidemiyor. Yani yan hikâ-ye sadece şiire bahane oluyor.


1940’ların Zonguldak’ında geçen film, hikâyesiyle değilse bile görselliğiyle izleyiciyi tereddütsüz sarıp sarmalıyor. Görselliğiyle tarifsiz bir lezzet veren filmin çıtayı bu kadar yükseğe koymasının müsebbibi ise usta sinematograf Gökhan Tiryaki’in varlığı. “Bir Zamanlar Anadolu’da”, “Üç Maymun”, “Dedemin İnsanları” gibi çarpıcı görsellikleriyle öne çıkan filmlerin vazgeçilmez görüntü yönetmeni Tiryaki’nin kusursuz atmosfer yaratımındaki payı büyük. Diğer yandan sanat yönetmeni Hakan Yarkın’dan bahsetmeden geçmek de mümkün değil. İncelikle çalışılmış kostümler ve dekorlar dönemin ruhunu, yoksul ve varlıklı arasındaki uçurumu, veremin kol gezdiği bir şehirdeki kapkara umudu tüm detaylarıyla yansıtıyor. Müziklerin deüstüne düşeni en iyi şekilde yerine getir-diği filmde belki de Yılmaz Erdoğan’ın yönetmen olarak en büyük başarısı böy-le usta bir ekibi bir araya getirerek uyum içinde çalışmasını sağlamış olmak.


Ancak aynı şeyi oyuncu kadrosunun tamamı için söylemek mümkün değil. Yeteneğini daha önce defalarca kanıtlamış olan Mert Fırat alışıldık performansının üstüne çıkmasa da rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. Hele o öksürük krizleri yok mu, elinizde bir bardak suyla yanına koşasınız geliyor. Öte yandan Kıvanç Tatlıtuğ yılların önyargısını yıkarak oyunculuktaki rüştünü herkese ispat ediyor. Rolü için geçirdiği fiziki değişim bir yana, şair Muzaffer rolünde sergilediği üstün performanstan sonra artık kimsenin kalkıp da Tatlıtuğ’a hoş ama boş manken çocuk muamelesi yapması mümkün değil. Gel gelelim kadroya eş durumundan dâhil olan Belçim Erdoğan’ın ne rolüne yakıştığını ne de rolün altından hakkıyla kalkabildiğini söylemek mümkün. Ekibini kurarken bir yönetmen olarak son derece profesyonel davranan Yılmaz Erdoğan keşke senarist olarak da aynı profesyonelliği gösterip Belçim Hanım’a daha uygun bir rol yazsaymış. Gerçi senarist Yılmaz Erdoğan’ın, asıl zaafı eşine değil kendine karşı gösterdiğini de söylemek mümkün. Filmde Behçet Necatigil’den ziyade kendini oynadığı aşikâr olan Erdoğan’ın, özellikle uzatmalı finalde şiire değil de kendi şairliğine yaptığı güzelleme filmin belki de tek sakil yanı. Yine de “Kelebeğin Rüyası” günahıyla sevabıyla mutlaka görülmesi ve Türkiye sinemasında nihayet ulaşılan bu görselliğe şapka çıkarılması gereken bir iş. Kelebeğin rüyasından uyanmaması dileğiyle. (www.eksisinema.com)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder