Powered By Blogger

26 Mayıs 2015 Salı

90) UZAK "2002"

Senaryo ve Yönetmen:Nuri Bilge Ceylan,
Görüntü Yönetmeni:Nuri Bilge Ceylan,
Yapım:NBC Ajans / Nuri Bilge Ceylan,


Sanat Yönetmeni:
Ebru Yapıcı, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Nuri Billge Ceylan, (Fono Film laboratuarında hazırlanmıştır


Oyuncular: Muzaffer Özdemir, Mehmet Emin Toprak, Zuhal Gencer (Erkaya), Nazan Kırılmış, Ebru Yapıcı, Feridun Koç,


Konu: Film, kar altındaki kasabasından ayrılan Yusuf'un uzun yürüyüşü ile başlar. Kamera sola çevrilerek Yusuf'un bakış noktasına geçer. Uzaktan bir minibüs belirir. Yusuf'un önünde durur. Jenerik başlar. Minibüsün uzaklaşan sesini duyarız. Jenerik sonrası Mahmut'u görürüz. Arka planda flu'da bir kadın soyunur ve yatağa uzanır. Kadın karanlıkta apartmandan çıkar. Mahmut mutfakta yerde bir şey ararken telefon çalar. Telesekreter cevap verir. Arayan annesidir. Annesinin konuşması bitince tereddütle tele-fonu eline alır. Aramayı düşünür. Ancak vazgeçer. Yemek yedikten sonra stüdyo haline getirdiği boş bir odada seramik çekimi yapar. Çektiği resimleri bir adama götürür. Bu arada Yusuf'ta Mahmut'un sokağına gelmiştir. Apartmanın zilini çalar. Kapıcı gelir. Kimi aradığını sorar. Başka işleri çıkınca Yusuf'u bırakır. Sokağın ortasında duran bir kız gören Yusuf, güneş gözlüklerini takarak, bir arabaya yaslanır. Kızı gözetleyerek poz verir. Kız beklediği kadınla yanından geçerken yaslandığı arabanın alarmı çalar. Mahmut gece gelir. Yusuf, apartmanın girişindeki kapıcı masasında uyuyakalmıştır. Onu fark etmeden yukarı çıkar. Sonra geri döner. Yusuf'u tanımıştır. Eve giderler. Yusuf ile babası kriz nedeniyle bin işçi ile birlikte fabrikadan çıkarılmıştır. Yusuf, gemilerde çalışmak için İstanbul'a gelmiştir. Dolarla ödenen maaşlar, dünyanın dört yanını gezme fikri hoşuna gitmektedir. İşinin kesinleşmesi bir hafta sürecektir.

Mahmut'un evin içinde küçük tuvaleti kullanmama, sigarayı mutfakta içme gibi birtakım kuralları vardır. Yusuf'a yatacağı odayı gösterir. Salona döndüğünde konuğunun kokan ayakkabıları dikkatini çeker. Onlara koku sıkar. Sabah Yusuf İstanbul'u gezer. Karda kartopu oynayan, dolaşan çiftlere ve kadınlara bakar. Gemilerde iş bulabilmesi için Karaköy' e gitmesi gerektiğini öğrenir.Eve döndüğünde Mahmut'u arkadaşları ile bir buluşma ayarlamak için telefon görüşmesi yaparken bulur. Mahmut' a gündüz neler yaptığını anlatır. Entelektüel bir sohbetin sürdüğü, gerçekleştirilemeyen hayallerin konuşulduğu bu toplantı Yusuf'u sıkar. Eve döndüklerinde Yusuf'un hoşlandığı kızı apartmanın girişinde kapıcı ile birlikteyken görürler. Kapıcı Mahmut' a gelen bir paket olduğunu söyleyerek aşağı iner. Yusuf, kendisinin bekleyebileceğini söyleyerek Mahmut'u gönderir. Kızla yalnız kalırlar. Kıza yan gözle bakar. Ancak konuşmak için bir şey yapmaz. Akşam izledikleri filmden sıkılan Yusuf, yatacağını söyleyerek kalkar. Mahmut, hemen bir seks kasedi koyarak onu izlemeye başlar. Yusuf ise bu arada Mahmut'tan gizli olarak annesini arar ve ağrıyan dişinin durumunu sorar. Konuşmadan onların da durumlarının kötü olduğunu anlarız. Yusuf, bir dergi almak için salona geri dönünce Mah-mut hemen kanalı değiştirir. Bir Türk filmidir. Yusuf, ayakta durarak filmi izlemeye başlar. Mahmut kanal değiştirir. Yine de gitmez. Sonunda TV'yi kapata-cağını söyler.


Yusuf Karaköy' e giderek acentaların olduğu yerleri dolaşır. Gemiciler kahvesine gider. Orada bir adamla konuşur. Adam bu işin macera olduğunu ve para kazanılmadığını söyler. Evde Mahmut, Yusuf'un bazı davranışlarından rahatsız olmaktadır. Çıktığı yerlerdeki ışıkları açık bırakması sinirini bozar. Yusuf, daha önce gizlice kullanmış olmasına rağmen telefonu kullanmak için izin ister. İzni alınca kapıyı kapatarak ailesini arar. Veresiye diş çekimini kabul etmedikleri için bağırıp, çağırması Mahmut'un dikkatini çeker. Gizlice kapıdan konuşmayı dinlemeye başlar. Konuşma bitince yakalanmamak için hızla mutfağa girince evdeki fare için hazırladığı tuzağa yakalanır. Ayağı yapıştırıcı içinde kalır. Mahmut eski karısı Nazan ile buluşur. Kanada'yagiden Nazan ortak oldukları bir evi satmak için Mahmut'tan imza almak istemektedir. Nazan'ın boşanırken Mahmut istemediği için yaptırdığı kürtaj nedeni ile çocuğu olmayacaktır. Onu suçlamamasına rağmen Mahmut pişmanlık içindedir.


Mahmut ve Yusuf, fotoğraf çekimi için şehir dışına çıkarlar. Otelde konaklayarak fotoğraf çekimi yaparlar. Yusuf'ta asistanlık yapar. Mahmut çok güzel fotoğraf olacak bir manzara ile karşılaşır. Yusuf çekebileceklerini söyler ancak o istemez, üşenir. Onlar çekimdeyken Mahmut'un annesi rahatsızlanmıştır. Telesekretere mesajlar bırakan kardeşi biraz da anneleri ile onun ilgilenmesi konusunda sitemde bulunmuştur. Annesinin yanında refakatçi kalmaya gider. Yusuf ise hoşuna giden, mahalledeki kızı takip eder. Parkta ayakta duran kızın yanına gitmek için cesaretini topladığı anda kızın yanına bir başkası gelir. Saklandığı yere geri dönmek zorunda kalır. Mahmut'un annesi eve çıkmıştır. Bu arada ev Yusuf'a kalmıştır. Mahmut'un tüm yasaklarını çiğnemiştir. Evde sigara içmiş, etrafı dağıtmıştır. Mahmut telefon ederek yarım saate kadar geleceğini ve arkadaşıyla görüşmesi olduğunu söyleyerek bir süre dışarı çıkmasını ister. Yusuf, evi toparlayarak dışarı çıkar. Mahmut eve döndüğünde sigara kokusunu alır. Evin dağınıklığı hoşuna gitmez. Söylenerek evi toparlar. Eve gelen aynı kadındır. Yusuf İstanbul' da dolaşır.


Kadınları gözetler. Eve döndüğünde Mahmut'tan evin dağınıklığı konusunda azar işitir. Yeğenine aldığı oyuncağı gösterir. Ancak Mahmut çok kızgındır. Yusuf'a planının ne olduğunu sorar. Kaybettiği köstekli bir saat için Yusuf'u suçlar. Ona saati görüp görmediğini sorar. Arayıp bulduğunu da söylemez. Yusuf görmediğini yinelediğinde boş ver der. Eski karısı Nazan, hoşçakal demek için arar. Mahmut, söylemek istediklerini söyleyemez. Telefon görüşmesinden  sonra Yusuf hala saati görmediği konusundaki ısrarını sürdürür. Mahmut konuyu uzatmamasını söyler. Yusuf odasına girdiğinde Mahmut'un çantasını karıştırdığını anlar.


Gece tuzağa yakalanan farenin sesi ile uyanırlar. Sürekli ses çıkaran fareyi sabaha bırakamayacaklarından Yusuf dışarı atar. Sabaha karşı Mahmut dışarı çıkar. Bir süre sahilde dolaşır. Sonra havaalanına gider. Gizlice Nazan'ı izler. Eve döndüğünde yedek anahtarı ayakkabılıkta asılı bulur. Yusuf'un odasına bakar. Eşyaları yoktur. Sadece sigara paketi kalmıştır. Sahilde bir banka oturur. Yusuf'un daha önce içmeyi reddettiği sigarasın-dan içer. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 132”


ÖDÜL


 39. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde (1-5 Ekim 2002)


► "en iyi film",
► Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",
► "en iyi senaryo"
► Mehmet Emin Toprak "en iyi yardımcı erkek oyuncu"


(Jüri Üyeleri: Ekrem Bora, Erdoğan Tokatlı, Füsun Demirel, Hüseyin Kuzu, Mehmet Dinler, Murat Özer, Reis Çelik, Prof. Dr. Sezen Ünlü, Suavi Saygın, Veronica Divendal)


 Orhon Murat Arıburnu Ödülleri'nde (2002): "Yazgı" ve "9" la birlikte "en iyi film", Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",


► Muzaffer Özdemir "en iyi erkek oyun-cu"
(Jüri Üyeleri: Sanem Çelik, Metin Kaçan, Hüseyin Kuzu, Alin Taşçıyan, Derviş Zaim)


. Ankara Uluslararası Film Festivali'nde (21 Kasım-1 Aralık 2002)
► "en iyi film",
► N. Bilge Ceylan "en iyi yönetmen",
► Zuhal Gencer (Erkaya) "en iyi yardım-cı kadın oyuncu",

► N. Bilge Ceylan-Ayhan Ergürsel ikilisi "en iyi kurgu" ,
► N. Bilge Ceylan "en iyi görüntü yö-netmeni"


(Jüri Üyeleri: Ayla Algan, Mahinur Ergun, Biket İlhan, Sevin Okyay, S. Ruken Öztürk)


SİYAD - Sinema Yazarları Derneği'nin seçiminde (2003)


► "en iyi film",
► Nuri Bilge Ceylan "en iyi yönetmen"
►"en iyi görüntü yönetmeni"


10. ÇASOD - Çağdaş Sinema Oyun-cuları Derneği'nin seçimlerinde (2003)
► Mehmet Emin Toprak "en iyi erkek oyuncu"


56. Cannes Film Festivali'nde (2003)
►Jüri Özel Ödülü ve Mehmet Emin Toprak ile Muzaffer Özdemir (en iyi erkek oyuncular)


22. Uluslararası İstanbul Film Festiva-li'nde (12-27 NİsAN 2003)


► "Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yılın En İyi Türk Filmi",
► "en iyi yönetmen"


(Jüri Üyeleri: Tunç Başaran, Ercüment Akman, Cahit Berkay, Sandra Hcbron, Sezer Sezin)


Uluslararası yarışmada Fipresci ödülü'nü yine "Uzak" aldı


(Jüri Üyeleri: Bojidar Manov, Zeynep Tül Akbal, Gönül DönmezzColin, Constantin Terzis, İkbal Zalıla)


 Nuri Bilge Ceylan, insanın kendisine ve diğer insanlara olan yabancılaşmasını iki adam üzerinden anlatmaktadır. Aralarında ortak bir yön olmayan bu iki adamın hikayesinde Mahmut, evine gelen akrabasından rahatsız olan bir şehirli insanı temsil ederken; Yusuf'un öyküsünde de kasabasında işsiz kalan bir gencin göçü anlatılmaktadır. Mayıs Sıkıntısı'ndaki yönetmen Muzaffer, Mahmut olmuştur. Kasabadan kaçmakisteyen Saffet ise Yusuf'tur. Yusuf'un problemi daha elle tutulur, gerçekçi, somut bir problem olarak dururken; yönetmenin asıl niyetinin şehrin bunalttığı ve yabancılaştırdığı şehir insanını yani Mahmut'u ön plana almak olduğunu görüyoruz. Mahmut, arkadaşları, iyi bir işi ve parası olmasına rağmen çevresini saran bir "uzak"ta yaşamaktadır. İdeallerini, motivasyonunu, yaşama sevincini kaybetmiş biridir. Yaşayan bir ölüden farkı yoktur ve kaybettiklerini bilmeyen birisidir. Her şeyin içinde olup, her şeyin uzağında olduğu durum aslında biraz içsel ve ruhsal bir uzaklıktır. Evi modern hapishanesidir. Şehir hayatında kimseden yardım almadan ve kimseye yardım etmeden, kendi yağında kavrulmak mümkündür. Filmde anlatılan yabancılaşma modern dönem insanının içinde bulunduğu durumu ortaya koy-maktadır. Kalabalık içinde yalnız kalmayı işaret etmektedir.


Mahmut ve Yusuf birbirlerine zıt iki karakterdirler. Kendisini yalnızlaştıran Mahmut ve işsiz kasabalı Yusuf bir araya geldiklerinde kişiliklerinin çatışması ile anlaşamayan ve de gülümseten bir ikili oluşturmuşlardır. Bu uçuruma rağmen farklı yönlerden ikisi de yalnız ve mutsuzdur. Kadınlardan çekinen, şehir hayatına nasıl gireceğini bilemeyen ve Mahmut'tan yüz bulamayan Yusuf, hayata daha yakın gözükmesine rağmen tutacağı yolu bilememektedir. Kasabadan bunalıp, terk etmek isteyen daha önceki kahramanların şehre gelen temsilcisidir. Mahmut ise dışarıdan sorunsuz görünen hayatında sıkıldığı bir işi yapmakta olan ideallerinden kopmuş birisidir. O kadar kötümserdir ki Tarkovski gibi film çekme hayalinden uzaklaştığı gibi, fotoğrafın öldüğü fikrindedir. Kadınlarla sadece cinselliği paylaşmaktadır. Hala unutamadığı karısına ise istediklerini söyleyemeyecek kadar içine kapanmıştır. Alaycı, sinik bir karakterdir. Öyle ki hoşuna giden bir manzarayı çekmek yerine gitmeyi tercih edecektir. Entelektüel birbunalım içindedir. Bir anlamda 1980'lerin entelektüellerinin uzantısıdır. Bir türlü yakalanamayan fare, dinlenen kapılar, gizlice izlenilen porno film gibi gülümseten bölümlere de sahip olan filmde Mahmut'un koyduğu yasaklar, hoşuna gitmeyen ayak kokusu, salonda içilemeyen sigara, köstekli saatin kayboluşunda Yusuf'u suçlaması hep ona karşı geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Yusuf'un hayatı ve problemleri ile ilgilenmez.


Yönetmen yine diyalogları doğaçlamada ve en az seviyede bırakarak, hareketler ile durumları anlatmayı tercih etmiştir. Filmin özellikle baştaki kardaki yürüyüş sahnesi gibi düzenli kompozisyonları dikkati çekmektedir. Mahmut ve Yusuf'un şehirdeki buluşmaları özenle resmedilmiştir. Sıradan insanların sıradan öykülerini ortaya koyan bir sinema anlayışını sürdürürken; sorgulayıcı bir dil kullanmamaktadır. Ayrıntılı planları, düzgün resimleri, karlar altındaki İstanbul'un görüntüleri filmi görsel olarak başarılı hale getirmiştir. Uzun planlar Mahmut'un yalnızlığını vermede yönetmene yardımcı olmaktadır. Minimalist tarzı ile dikkati çekerken; müziğin çok az yerde kullanımı da dikkati çekmektedir. Doğal ses tercih edilmiştir. Amaçsızlaşan Türk entelektüeli ile işsiz olan öteki sınıf katmanını anlatma ve karşılaştırma açısından önemli bir filmdir. “Nigar Pösteki, “Yönetmen Sineması” syf, 135”


 Uzak'ın diğer filmlerden bir farkı da, şehrin kalabalığından dolayı, takılıp kaldığımız görüntülerin azlığı oluyor. O kadar fazla görülmesi gereken yer var ki ... İnsanlar, karlı yollar, deniz vs ... Konuşmalar ve oyunculuk yine kendi doğallığında ilerliyor. Doğal ışık kullanımı tercih edilmiş yine. Sekanslarıyla, ruhuyla bu bir Nuri Bilge Ceylan filmi dedirtse de, "Uzak"da şehirli hava var. Şehre sanki biraz erken geldi gibi Ceylan. (Banu Bozdemir, Haftalık Antrakt Sinema g, s.: 09, 27 Aralık-02 Ocak 2003)


  uzun, lirik plansekansların özel ve karakteristik kıldığı, ağır tempolu, kasvetli bir atmosferin dalağını yaran, tipik Nuri Bilge Ceylan üslubuyla bir çeşit oda müziği etkisi uyandıran "Uzak", unutulmaz görüntülerle donatılmış, farklı bir film. Ancak kesinlikle geniş kitleye hitap eden, ticari sinemanın popüler örneklerinden biri hiç değil. Son 5 yılda kuşkusuz sinemamıza damgasını vuran filmlerin yaratıcısından, meraklısına seslenen, yeni, farklı ve özel bir film daha, "Uzak" ... (Sungu Çapan, Cumhuriyet g., 27 Aralık 2002)

 "Uzak" çok ger ek, çok yakın, çok ama çok hüzünlü ... Yazıya döküp okura uzun uzun anlatmak ve abartarak önermek doğru değil. Bu, bir tür yüzleşme yaşamak isteyen herkesin gidip bizzat 'algılayabileceği' filmlerden (Ali Ulvi Uyanık, Haftalık Antrakt Sinema g., s.: 10, 3-9 Ocak 2003)


  Nuri Bilge Ceylan'ın kır ortasından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle anlatımında bazı sorunlar doğacağını, İstanbul 'un "bu tür sinema için tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan. kasabaya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak" ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğunu, ustalığı. özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. "Ne söylesek. övgü olur" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter çizimIeri ve zekice ayrıntı-larla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı "Uzak" (Tunca Arslan, Sinema d., S.: 93, Ocak 2003)

 Robert Bresson "Sinematograf Üzerine Nohar"ında alabildiğine yalın, süsten, gösterişten uzak bir sinema doğrultusunda, yine aynı özelliklere sahip tanımlamalar ve öneriler getirir. Sinemacılar, seyirciler ve eleştirmenler için son derece "faydalı bilgiler" içeren vurgulamalarla, dikkat çekmelerle doludur bu notlar. Bir yerde, sözü hiç uzatmadan, "Ne eksik, ne fazla" der Bresson...
Ne eksik, ne fazla... Söylediği bundan ibarettir. Sanatın en Çarpıcı halinin, "katıksız hali" olduğunu bilen, "Ne güzelleştir, ne de çirkinleştir. Olduğundan başka türlü gösterme" formülünü benimseyen, "gerçeği, gerçekle düzeltmek"in önemini kavramış bir yönetmenin deneyimlerinden süzülen, basit ama bir o kadar da can alıcı bir cümledir bu... İçinde o büyük "gerçeği" barındıran dört sözcük!


Nuri Bilge Ceylan için "yerli Bresson" vb. diyerek işin kolayına kaça cak değilim elbette ama Ceylan'ın sinemamızdaki gelmiş geçmiş en iyi "Ne eksik, ne fazla"cı olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Kısa filmi "Koza"dan başlayarak, "Kasaba" ve "Mayıs Sıkıntısı"nda bu ilkenin sonuçlarını yansıtmıştı perdeye Ceylan. Şimdi de "Uzak"ta aynı şeyı aynı netlikte tekrarlıyor, bir kez daha gerçeği gerçekle düzeltiyor.


İlgililer içinde artık duymayan kalmamıştır sanırım; "Uzak", öncekiler gibi "kırkasaba" filmi değil. Sayısız filme dekor oluşturmuş, binlerce beyazperde karakterini bağrına basmış olan İstanbul var karşımızda. "Kasaba" ve "Mayıs Sıkıntısı"ndan tanıdığımız, üniversite sınavlarındaki başarısızlığını, huzursuzluğunu, sıkışmışlığını, beklentilerini bildiğimiz delikanlı evden ayrılıyor. Niyeti, gemilerde iş bulup uzaklara gitmek... Üniversitelerinde okuyamadığı İstanbul, bu kez bir istasyon onun için. Büyük kente doğru kıvrılarak akıp giden kasaba yolu ve ardından karla kaplı İstanbul sokakları... İşlerinihale yola sokuncaya kadar, geçici süre için, "Çoktan İstanbullu olmuş" akrabanın dairesinde kalacak, biraz yük olacaktır. “Aslını inkar eden haram-zadedir!" dedirtmese de akrabalarının sorunlarına karşı biraz duyarsız olduğuna "önceden" de tanıklık ettiğimiz fotoğraf sanatçısı yönetmen akraba, bir yandan kişisel-duygusal sorunlarıyla uğraşır, rahatının kaçmasından dolayı biraz sinirlenirken, bir yandan da başka işi yokmuş gibi bu genç adamı "idare etmeye" çalışır... İstanbul ise kasabasından kopup gelmiş işsiz güçsüz bir delikanlı için, hep aynı "Ulan İstanbul!"dur... Kış doludizgin gelmişken, tıpkı şair gibi, "Çevremde muazzam bir baş dönmesidir adeta şehir / münzevi bir soru işaretiyim" demektedir sanki genç adam. Nuri Bilge Ceylan'ın kır ortamından uzaklaşıp büyük kent dekoruna geçmesiyle anlatımında da bazı sorunlar doğacağını, İstanbul'un "bu tür sinema" için tehlikelerle dolu olduğunu düşünenler vardı. Lafı hiç uzatmadan, yanıldıklarını vurgulayalım; Ceylan, kasaba ya da kent değil, örneğin uzay istasyonunda geçen bir öykü de aktarsa aynı gerçekliği yakalayabileceğini kanıtlıyor "Uzak"ta ve sinema dilinin hep aynı olgunluğu, ustalığı, özgünlüğü koruyacağını gösteriyor. "Ne söylesek, övgü olur!" diyebileceğimiz mekan ve ışık kullanımı, büyük özenle, incelikle yazılmış, yaşamın içinden sökülüp alınmış diyaloglar, olağanüstü karakter çizimleri ve zekice ayrıntılarla örülmüş yeni bir Nuri Bilge Ceylan başyapıtı "Uzak".


Türk sinemasında çoğu yönetmenin üzerinden atladığı ya da kenarından geçtiği "mekanın ayrıntılarını önemseme" eğiliminin üzerinde de duralım yeri gelmişken. Ceylan, örneğin Zeki Demirkubuz sinemasında da sıkça rastladığımız üzere, günlük ya Şam’daki kimi alanları (apartman önü, merdiven boşluğu, balkon vb.) gayet kıvrak biçimlerde yeni alanlar olarakyaratabiliyor ve bu sayede unutulmaz sahneler ortaya koyabiliyor. "Uzak" bu açıdan büyük zenginlik içinde...


Ve tabii, yine Bresson ile İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı arasında değer bulan oyunculuklar... Ceylan'ın kült oyuncuları Muzaffer Özdemir ve sinemamızın en genç, en sevindirici kazanımlarından, "en usta amatör"lerinden biriyken yitirdiğimiz sevgili Mehmet Emin Toprak, Feridun Koç, Fatma Ceylan, Zuhal Gencer Erkaya, Ebru Yapıcı, "sahici olanın taklit edilemezliğinin örneklerini sergiliyorlar film boyunca. Ceylan'ın ilk iki filmine oranla biraz daha "çeşitlendirdiği" oyuncu kadrosu, "Uzak"ın en çok takdir edilmesi gereken yanlarından, başarısı Altın Portakal'la da pekiştirilmiş olan senaryonun sağladığı geniş ama gayet iyi hesaplanmış hareket alanı içinde, son derece özgür ama bir o kadar da ''yönetmene bağlı" biçimde performans gösteriyor.
Enselenmekten ve misafirine mahcup olmaktan çekinerek, gizli gizli porno film seyretmekten (hem de Thrkovski'nin "Stalker"ıyla perdeleyerek!) eski eşle ilişkilere; ev sahibine çaktırmadan şehirlerarası telefon görüşmesi yapmaktan, annenin diş ağrılarına çare olamamaya ve para pul meselelerine; komşu kıza bakışlar fırlatma ve küçük fareyi yakalama çabalarından evdeki sigara yasak-larına kadar, yaşamın içinden, "yaşanmışlıktan" güç alan bir filmdi izlediğimiz. Ceylan, çoğu seyircinin her iki ana karakterde de kendisinden çok şey bulup, kah biri, kah diğeri olacağı, yer yer "dejavu" duygusu bile uyandırabilecek, dupduru, ticari sinemanın her türlü klişesinden uzak, tadına, samimiyetine, sıcaklığına doyulmaz bir filmle doğru bildiği yolda yürümeyi sürdürüyor kısaca söylemek gerekirse. Altın Portakal'ın ardından da ödül toplamaya devam eden "Uzak", sinemaseverlerimizin ve festival severlerimizin, yedinci sanatın özüyle olan uzaklık yakınlıkölçümünü de bir kez daha ortaya çıkartacak yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi... Acıyla seyredilecek ve sinema tarihimize Mehmet Emin Toprak'ın son filmi etiketiyle geçecek olması, ne büyük talihsizlik... (Tunca Arslan, Sine-ma D. Ocak 2003)


 Nuri Bilge Ceylan sinema serüvenine devam ediyor. Yalnız ve gururlu bir kurt gibi, sistemin içine girmeden, bütçelerini yükseltmeden, filmlerini yazıp yöneterek, kameranın da ardında durarak, ailesi gibi olmuş bir avuç oyuncuyu sürekli kullanarak, bize insanoğlunun doğa ve yaşamla kurduğu/kuramadığı uyumun çağdaş bir dökümünü yapıyor.


İlk iki filmindeki kırsal kesimden bu kez İstanbul'a uzanıyor yönetmen... Ama yine o kesimden çıkıp büyük kente yerleşmiş iki akrabanın öyküsüyle... Biri fotoğrafçılığıyla kendine bir yer edinmiş, hafiften burjuvalaşmış, ama bencilliği nedeniyle karısını, doğmadan ölen çocuğuyla birlikte hayatından uzaklaştırmıştır. Öbürü, daha genç olanıysa, gemilere yazılıp uzaklara gitmeyi hayal eden, ama bu olmayacak düşün peşinde koşarken, büyük kenti adım adım dolaşan, özellikle peşine düştüğü kadınlarla ilişki kurmak istediğindeyse hep sınıf, çevre ve kültür engellerine takılan bir serseri mayın Ceylan, öncelikle büyük bir görüntü ustası. İstanbul'dan verdiği manzara unutulacak gibi değil: eski evleri, dar sokakları, iç içe geçmiş uygarlıklarıyla efsanevi bir İstanbul, karın bembeyaz örttüğü bir mevsimde tam bir hayal kent olarak karşımıza geliyor. Karın temsil ettiği sükunet ve sessizlik, yönetmenin müzik kullanmamasıyla da destekleniyor: sadece bir yerde bir Mozart var.


Ama bu sakinlik sizi yanıltmasın ... Altında büyük dramlar yatıyor çünkü ... Sadelik ve ilgisizlik içinde yaşanan dramlar... Ruhu büyük kentte kıstırılmış, işsiz veamaçsız bir genç adam... Onu işlemediği bir suçla lekeleyerek, bunu bilinçle yaparak hayatından uzaklaştırmaya çalışan, zaten daha önce de herkesi uzaklaştırmış ve kendisini yalnızlığa mahkum etmiş bir diğeri ... Kimi zaman tek bir planla, kimi zaman hiç konuşmasız duyurulan bireysel dramlar, büyük kentin öğüttüğü küçük insanların hüzünlü hikayesi …


Ve, ayrı bir hüzün boyutu. Antalya 2002'de bu rolüyle en iyi yardımcı oyuncu seçilen, Ceylan'ın sinema ailesinden ve ödülün neredeyse hemen ertesinde hain bir trafik kazasına kur-ban giden Mehmet Emin Toprak'ın acı veren anısı. ..
Evet, kuşku yok: Nuri Bilge artık bir dünya yönetmeni. Bu yeni filminin de bizde kaç seyirciye ulaşacağını bilmiyorum, ama dünyanın tüm önemli festivalIerine uzanacağı bir grçek ...


“UZAK “Nuri Bilge Ceylan


"Uzak" filminde, iki farklı toplumsal kesime ait insan, şehirde bir evde bir araya geliyordu. Filmde, kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan devinim, iç dünyaların karmaşası, 'doğallık' ve 'gerçeklik' duygusuna sadık kalarak yansıtılıyordu.


Ceylan, ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı.
"Mayıs Sıkıntısı"ndan "Uzak" a konu olan tema, filmini gerçekleştirmek için her olguya malzeme olarak bakabilen şehirli, bencil yönetmen Muzaffer ile kasabalı işsiz genç Saffet arasındaki ilişki veya gerilimdi…


Bu gerilim Mayıs Sıkıntısı’nın geneli için filmin ayrıntılarından birini oluşturuyordu. Oysa Uzak filminde bu gerilim, filmin esas temasını oluşturuyor. Uzak" filminde Muzaffer karakteri, reklam fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut'a dönüşmüş. Ve Mahmut'un akrabası olan kasabalı genç Yusuf, iş aramak için İstanbul'a geliyor. Filmin ana eksenini Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturuyor.


Mahmut karakteri, çıkarcı, bencil ve var olan düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki kurabildiği için ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluk taşımayan bir tip. Filmde bu aydın tipi kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş Diğer karakter ise işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış ve mağdur bir kişilik olarak başarılı ve duyarlı bir biçimde oluşturulmuş.


Bu iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki, Türkiye'de son yıllarda oluşan derin toplumsal ayrışmayı gündeme getiriyor ve Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge niteliğinde. Şöyle ki: Seksenli yıllardan itibaren ekonomik , toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı. Neo liberalist dünya görüşünün Türkiye'de hakim kılınmasıyla birlikte bu yeni aydın, kendini toplumsal anlamda tamamen özerk hissediyor, 'ancak tüm zihinsel yaratıcılığını, pratik hayatta tamamen , doğrudan kapitalizmin hizmetine veriyordu. Görünürde bağımsız, hür bir bireydi ama sermayenin taleplerine hizmet edebilmek içindi bu hürriyet. Gazeteciler, propagandacılar, reklamcılar, şirket yöneticileri, halkla ilişkiler uzmanları küresel dönemin, yukarıda tanımlamaya çalıştığımız konumun parlayan meslekleriydi. Seksenli yıllar boyunca bu meslekler "yeni özgür birey"in en revaçta konumları olarak yükseldi.


Bu insanlar bütün bu süre boyunca özgür olduklarına olan tam bir güvenletüm kişisel yeteneklerini "sattılar". Mahmut da bunlardan biri...Reklam fotoğrafçısı.


Var olan tüm estetik birikimini doğrudan mal satmaya hizmet için kullanıyor. Bir zamanlar "Tarkovski" gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş...Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile Eski karısına acı çektirmiş. Halen beraber olduğu kadına acı çektirmeye devam ediyor.


Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf'a bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile. Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor.Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model.. . Yusuf ise filmin mağdur karakteri. Filmin gerçek kaybedeni.


Genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var. İletişime ve öğrenmeye açık...Ama her girişimi bir duvara çarpı-yor Yusuf'un.


Mahmut'un evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Yapabileceğini yapıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un, baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması , diğerininki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri....


Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor. Seksenli yıllardan itibaren, "Mahmut"ların yaşam tarzlarının, seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği ; Yusuf'un temsil ettiği "öteki"ninse, sürekli, total biçimde aşağılandığı, tıpkı filmde Mahmut'u yaptığı gibi, aşağılamanın yönetmenin gözüne dönüştüğü bir yön kaymasının olduğu bir dönem yaşandı.


O dönemin sineması bizi neo liberal hayat anlayışına iten, toplumsal algıyı yok eden bir sinemaydı. Bireyci, bencil, hazcı, maddi, sistemle bütünleşerek yaşamını sürdürmenin bir ayrıcalık olduğu ideolojisini bize boca ediyordu.
"Uzak" bu dönemin yücelttiği bu kesime yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor. ilm, izleyicide Yusuf'a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor Diğer kahraman Mahmut'u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu olarak parkta yalnız başına oturarak bırakıyoruz. Yaşamı başarısız , hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, yaralamaya devam ediyor... İyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız, ve mutsuz.


"Uzak" filminin tematik yapısını oluşturan can alıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutu da var.. Çünkü Türkiye'de yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son yıllarda izlediğimiz pek çok film, kent yaşamı, yalnızlaşma, işsiz ve Çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi can alıcı sorunları doğrudan ya da dolaylı olarak anlatıyor. "Uzak" bu hayati sorunun Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtabilmiş. Ceylan, bu filminde çok başarılı görüntü çalışmasının yanında, sinemada gerçekliğin en temel öğelerinden biri olan "dış ses"leri de etkileyici bir biçimde kullanmış...Ye bu çok başarılı ses çalışması , Ceylan'ın filmine ayrı bir derinlik katmış. Sonuç olarak, Nuri bilge Ceylan'ın bu üç uzun metrajlı filminin, hem üretim tarzı, hemde düşünsel olarak bağımsız, yaratıcı nitelikleriyle, Türkiye sinemasına çok ciddi bir katkı ve yeni bir yol oluşturduğunu belirtmeliyiz. (Necla Algan “Antrakt Sinema Dergisi Aralık 2003-Ocak 2004 Sayı: 75-76)


· Nuri Bilge Ceylan, kasaba yaşamı, aile ilişkileri, gerçekleşmeyen umutlar, düşler, kabuslarla oluşan gerçekçi bir dünyanın ilmeklerini ilk filmleri "Koza" (1995) ve "Kasaba"dan (1997) itibaren örmeye başladı. Ceylan, ikinci uzun metraj filmi "Mayıs Sıkıntısı"nda (1999), film çekmek için kasabasına gelen yönetmenin ailesi ve yakın çevresiyle kurduğu ilişkilere yönelerek, "Uzak" filmindeki temaya doğru bir pencere açmıştı. "Uzak", iki farklı toplumsal kesime ait insanı bir araya getirerek, kar altında İstanbul görüntüleriyle, durağanın ardında yatan devinimi, iç dünyaların karmaşasını, doğallık ve gerçeklik duygusuna sadık kalarak yansıtır. "Uzak" filminde, reklam fotoğrafları çeken, yalnız yaşayan Mahmut'la, onun akrabası olan ve iş aramak için İstanbul'a Mahmut'un evine gelen kasabalı genç Yusuf'un öyküsü anlatılır. 


Filmin ana eksenini Yusuf'un Mahmut'un evinde kaldığı süre oluşturur. Mahmut, toplumsal anlamda çıkarcı, bencil, düzenle uyumlu, ekonomik yapı ile organik ilişki içinde, ondan beslenen, geleneksel ve toplumsal bağlarından kopmuş, kimseye karşı sorumluluk taşımayan bir karakterdir. Filmde bu karakter, kendi yalnızlığında ve bencilliğinde boğulan mutsuz bir kişilik olarak verilmiş, Diğer karakter Yusuf, işsiz, kasabalı, yalnız bırakılmış, çaresiz bir gençtir. Bu iki farklı karakter arasındaki gerilim, şehrin merkezinde bir evde yaşanan bu derin çelişki, Türkiye toplumunun geçtiği dönemeç bağlamında kuvvetli bir gösterge niteliğindedir. 80’li yıllardan itibaren ekonomik, toplumsal ilişkilerin değişmesiyle birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli aydın tipi ortaya çıktı. Reklam fotoğrafçısı olan Mahmut, var olan tüm estetik birikimini doğrudan sermayeye hizmet için kullanıyor.

Bir zamanlar Tarkovski gibi filmler çekmek isterken, çoktan ruhunu kaybetmiş .. Sanatkarca düşünecek enerjisi kalmamış. Pek çok insani hasletini yitirmiş Mahmut. Annesinin hastalığını bildiği halde onu aramıyor bile ... Eski karısına acı çektirmiş. Beraber olduğu kadına bir eşya muamelesi yapıyor, Evine iş aramak gibi çok hayati bir nedenle gelmiş olan Yusuf'a, bir baş belası imiş gibi davranıyor. Ona yardım etmeyi hiç düşünmediği gibi konuşmuyor bile, Hatta ona potansiyel bir hırsız muamelesi yapıyor. Mahmut, tam da yaşadığımız hayata ilişkin sorular sormamız için tipik bir model...

Türkiye'deki derin toplumsal ayrışmanın, var olan düzenle en örtüşen cephesini, onun çıkmazlarını yansıtan çarpıcı bir karakter. Yusuf ise filmin 'ezilen'i. Yusuf, genç, bilgiye ve umuda aç. Her genç gibi kırılgan, hayalperest, yardıma ihtiyacı var. iletişime ve öğrenmeye açık. .. Ama her girişimi bir duvara çarpıyor Yusuf'un.


Mahmut'un evinden gizlice annesini arayıp sağlığıyla ilgileniyor. Onun için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ama hayatını değiştirme, bir iş bulabilme imkanı yok denecek kadar az. Bugün Türkiye'deki milyonlarca işsiz gibi. Mahmut'la Yusuf'un baktıkları yön farklı olduğu gibi düşleri de farklı... Birininki, her şeyin bir yer sarsıntısındaki gibi tuz buz olması, diğerininki küçük belirsiz ışıklar, küçük çan sesleri...


Öte yandan farklı toplumsal kültürel katmanları temsil eden bu iki karakterin yan yana gelmesi, bizim sinemamız için özel bir önem taşıyor. Seksenli yıllardan itibaren, 'Mahmut'ların yaşam tarzının, seçimlerinin onaylandığı, yüceltildiği; Yusuf'un temsil ettiği 'öteki'ninse sürekIi, total biçimde aşağılandığı bir dönem yaşandı, "Uzak", bu dönemin yücelttiği içeriyor.aydın karakterine yöneltilen ilk eleştirel bakış olması bakımından bir kırılma noktası özelliğini taşıyor.


Film, izleyicide Yusuf'a karşı derin bir acıma hissi bırakarak sona eriyor. Diğer kahraman Mahmut'u ise anlamsız bir boşluk ve hiçlik duygusu ile dolu, parkta yalnız başına otururken bırakıyoruz. Yaşamı başarısızlıklarla dolu, hayallerinden uzaklaşmış, kadınları yaralamış, iyilik yapma, bir insanı anlama ve yardım etme yeteneğinden yoksun, yalnız ve mutsuz.
Film Türkiye'nin değişen toplumsal yapısı, derinleşen iletişimsizlik ve toplumsal bağlardan kopup, yalnızlaşma temalarına ilişkin, güçlü alegorilerle yüklü. Yeni zamanların büyük sermaye himayesindeki aydını ve onun dışladığı, görmezden geldiği, hatta aşağıladığı kesimlerle ilgili çarpıcı bir dışavurum Uzak" filminin tematik yapısında yer alan bu civar alıcı konumun yerel olduğu kadar evrensellik boyutuna taşıyan çok önemli bir bağlamı da var. Çünkü Türkiye'de yaşanan bu altüst oluş, bu toplumsal anlamdaki çöküş çok evrensel... Son yıllarda izlediğimiz pek çok yabancı film, kent yaşam, yalnızlaşma, işsiz ve çıkışsız genç insan sayısının inanılmaz derecede artışı gibi yıkıcı sorunları işaret ediyor.


Bu hayati sorunun Türkiye'deki izdüşümünü duyarlı bir biçimde yansıtan, bu temayı estetik sinematografik bir bütünlükle yoğurabilmeyi başarmış bir film "Uzak”. Filmde üstün nitelikli görüntü ve ses çalışması var. Ceylan, film üretiminin teknik olarak her alanıyla titizlikle uğraşıyor. Sinemada gerçekçiliğin tüm tek-nik gereklerini ustalıkla uyguluyor,  Nuri Bilge Ceylan'ın filmi "Uzak" hem temaları hem üretim tarzı hem de teknik titizliği nedeniyle Türkiye'de bağımsız sinemanın öncüsü, film sanatının pek çok unsuru açısından üstün nitelikli ve çığır ağıcı nitelikte . (Necla Algan) “SİYAD “40 Yılın Serüveni”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder