Powered By Blogger

26 Mayıs 2015 Salı

95) HOKKABAZ "2006"

Yönetmen: Cem Yılmaz, Ali Taner Baltacı,
Senaryo: Cem Yılmaz,
Görüntü Yönetmeni: Uğur İçbak,
Müzik: Ozan Çolakoğlu
Yapım: Kenda Film / Necati Akpınar


Sanat Yönetmeni: Yaşar Kutoğlu, Ses: Levent İntepe, Kostüm Tasarım: Gülümser Gürtunca, Kurgu: Engin Öztürk, Genel Koordinatör: Seyhan Kaya, Saç-Makyaj: Suzan Kardeş, Uyarlama: Engin Öztürk,


Oyuncular: Cem Yılmaz (İskender Tünaydın), Mazhar Alanson (Sait Tünaydın), Özlem Tekin (Fatma Nur Gaye Türksönmez), Tuna Orhan (Maradona, Tuncer Salman (Aslan), Kemal İnci (Cemal Aga), Gürgen Öz, (Erkut), Ca-ner Aklaya (Samidin), Sennur Kaya (İskender 8 Yaş), Bahtiyar Engin, Bahtiyar Engin (Gazenfer Denizgünü), Ayça Abana (Nuran Denizgünü), Selim Erdo-ğan (Emlakçı), Ünal Silver, İlker Sön-mez (Maradona 11 Yaş)


Konu: Konusu şöyle Hokkabaz’ın: “İskender hokkabazdır. Yani aslında sihirbazdır. Ama onun ve çocukluk arkadaşı Maradona’nın dışında herkes onun hokkabaz olduğunu düşünmektedir. İstanbul’dan hızla kaçmak zorunda kalan ikili, turne programına Sait’i de dahil ederek büyük risk alırlar. Baba Sait, İskender’i takdir etmeyi uzun yıllar evvel bırakmıştır. Turne üçlünün kaynaşmasına sebep olurken, aynı zamanda görkemli bir dağılmaya sebep olur. İskender, Maradona ve Sait, yol arkadaşları Fatma ile bir dağılıp bir toparlanırlar. Acı ama gerçek, hayatları devam ederken izleyenler bir gülüp bir ağlamaktadır.”


Cem Yılmaz, senaryosunu yazdığı ve başrolünde oynadığı Gora'dan sonra, yönetmenliğe iyiden iyiye ısınma turları atmaya başlamış görünüyor. Cem Yılmaz, ilk yönetmenlik denemesi Hokkabaz'ın, en azından güçlü medya desteğiyle keyfini çıkaramadan, deneyimli gazeteci ve televizyoncu Savaş Ay'ın filmine ve kendisine yöneliksuçlamalarına maruz kaldı. Savaş Ay, senaryonun kendisine ait olduğunu ve bu durumdan yakın çevresinin ve pek çok kişinin haberi olduğunu söyleyerek Cem Yılmaz hakkında dava açacağını söyledi, Şeker Bayramı'na denk gelen bu suçlamalar karşısında Cem Yılmaz, Sa-vaş Ay için "herhalde bayram şakası yapıyor" derken bir daha kendisiyle bir işinin olamayacağını söyledi ve hırsızlıkla suçlandığı iddialarına ise manevi tazmi-nat davası açmayı düşündüğünü ekledi.


Şüphesiz her film için büyük emek harca-nır, özveride bulunulur. Sanat alanlarında esinlenme sık gündeme gelebilir, esinlenmenin sınırlarını doğru çizmek koşuluyla. Bir sanat yapıtının yaratıcı bir ürün olması ve sanatçısının kendini özgün bir biçimle ifade etmesine olanak sağlaması öncelikli özelliği olmalıdır. Cem Yılmaz'ın yönetmenliğini yapmak dışında her şeyi olduğu Gora ve ilk yönettiği filmi Hokkabaz da temiz çalışmalar. Ama sanat alanına giren ve sanat olma iddiasıyla yapılan bir çalışmanın salt temiz iş olması yeterli mi? Bu sorunun yanıtı, ilgili çalışmanın hangi kategori içinde değerlendirildiğiyle de ilgili. Konu sinema olduğunda, "ana akım sinema" dediğimiz sinema, ticari sinema olarak da bilinir, sinema sanatı açısından öncelikli olarak öne çıkar. Bir sinema yapıtının üretilmesi son derece zorlu süreçlere bağlıdır. Sinema öncelikle endüstriyel bir sanat dalıdır ve teknolojiye bağımlıdır. Ayrıca ekip çalışmasıyla gerçekleştirilmek zorunda olduğu için yaratıcısı açısından da üretim süreci kolay değildir. Diğer yandan salt sanat sineması örnekleriyle de sinema sanatının yaşaması olanaklı değildir. "Gora", bariz bir ticari sinema yapıtı olarak öne çıkarken, "Hokkabaz" sinemayı ilgilendiren kulvarlarda gezinme iddiasında görünüyor. Cem Yılmaz, ülkemizin bütün zamanlarının en komik ve yetenekli sanatçılarınınbaşında geliyor. O, öncelikle bir stand-up sanatçısı. Ama aynı zamanda başarılı bir oyuncu da. Cem Yılmaz da, Yılmaz Erdoğan gibi salt oyunculukla yetinen biri değil. Yılmaz, Hokkabaz filmiyle bir auteur sineması örneği gerçekleştiriyor. Senaryo ona ait, yönetmen kendisi ve başrolde de o oynuyor. Gerçi yönetmenliği Ali Taner Baltacı ile paylaşmış olsa da, bu durum onun bu filme yönetmen olarak da katkıda bu-lunma çabasını önemsizleştirmiyor.


Hokkabaz, öncelikle Cem Yılmaz'ın toplumsal bilinçaltında yarattığı tiplemenin beklentisiyle filme giden seyirciaçısından tatmin edici gelmeyebilir. Çünkü film baştan aşağıya Cem Yılmaz esprileriyle süslenerek devam eden bir yapım değil. Böylesi bir beklentiye göre yapılmamış olması da Hokkabaz'ın önemini arttırıyor. Film, dört kişinin ekseninde gelişiyor. Şanssız illüzyonist İskender Tü-naydın, yardımcısı Maradona ile birlikte bir çıkış aramaktadır. Çalıştığı kulüpten kovulur. Maradona ile birlikte tek çıkış yolu olarak turneye çıkmaktan başka şansları olmadığını düşünmektedirler. Bu arada en büyük hayalleri, ikisinin de ileri derecede bozuk olan gözlerini, turneden elde edecekleri para aracılığıyla tedavi ettirmektir. Turneye çıkmak içineniştesinden karavanını ödünç almak isteyen İskender'e eniştesi, karavanda yaşamaya başlayan babası Sait Tünaydın'ı götürmesi koşuluyla karavanını vermeyi kabul eder. Bu ilginç üçlünün yolu, eski bir asker olan Sait Tünaydın'ın, Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin bulunduğu bölgede gömülmek isteğinden dolayı Trakya'ya düşer. Sait Tünaydın, yolculuk öncesi mezar taşını bile hazırlatmış ve yanına almıştır. Araba arıza yapınca bir köyde durmak zorunda kalırlar. Bu arada babasının üstelemeleriyle, kasabanın eşrafından Cemal Ağa'nın düğününde sahneye çıkmak için anlaşırlar. Fakat diğer yandan gelin adayı Fatma Nur Gaye Türksönmez'in, evlenmeye niyeti yoktur ve İskender'in insan kaybetme gösterisi sırasında gerçekten de kaybolur. Şirinlik yaparak ve becerisini sergileyerek para kazanmaya çalışan İskender için, artık bir kabus başlamıştır. İskender, babası ve Maradona, bin bir zorlukla ayrıldıkları kasabadan istemediği bir adamla evlendirilmek istenen Fatma'yı da yoldan aralarına alarak yolculuklarına devam ederler. Fakat bu yolculuk Fatma'dan hoşlanan ve ona yardımcı olmak için çabalayan İskender' in, Fatma tarafından dolandırılmasıyla sonuçlanır.


Hokkabaz, Cem Yılmaz'ın yarattığı aura bağlamında ondan beklentisi olanlar için kısmen hayal kırıklığı yaratabilecek bir film. Cem Yılmaz, seyircinin ondan beklediği zincirleme esprilerini patlatarak filmi sürüklemiyor. Yılmaz, Türk sinemasının (Yeşilçam sineması) çok sevdiği "gariban ama dürüst" tiplemesinin yeni bir versiyonunu, bir Sihirbazın ya da Hokkabazın postundan yeniden yaratmaya çalışıyor. Melodramatik denilebilecek sahnelere de yer verirken, esprili bir anlatım tutturarak seyirciyi yakalıyor. Ama seyircinin filmi izlerken beklentisi doğrultusunda tebessüm ettiği ve bir yandanda muhtemelen kendisine bu nasıl Cem Yılmaz filmi diye sorduğu düşünülebilir. Cem Yılmaz, açıktan ilk yönetmenlik denemesinde, kendi bildiği ve ifade etmek istediği bir dünyayı, öyküyü anlatmaya soyunuyor. Belli alanlar-da başarıyı yakalamış insanların sine-ma yapma tutkusuyla yönetmenliğe soyunması sık rastlanan bir şey. Ama bir karekteri veya tipi yansıtmaya çalış-makla, bütün bir sanat yapıtı yaratmak arasında farklar var şüphesiz. 


Hokkabaz her ikisi açısından ele alındığında karakter yaratma, diğer bir deyişle oyunculuk başarısının daha öne çıktığı bir film. Sinematografik anlatım ve anlatılan öykünün katmanlarının ele alınışı açılarından düşünüldüğünde ise aynı başarıyı yakalayabildiğini söyleyebilmek zor.

Hokkabaz'ın film müzikleri, oluşturulmak istenilen dünyaya başarıyla karşılık oluştururken, özellikle fon müziğinin kullanımı açısından Türk sinemasında nadiren rastlanılan bir seviye yakalıyor. Uğur İçbak'ın risksiz ve başarılı görüntü yönetimi çalışması filmin artılarından. Cem Yılmaz'ı salt bir şovmen ya da oyuncu olarak sevmenin ötesinde, yönetmenlik açısından merak edenler için de ilgi çekici bir çalışma Hakkabaz. (Bülent Vardar) “Sinematürk Aylık Sinema Dergisi Şubat 2007, sayı 4”)


Filmin, sepya görüntülerle başlayan jeneriği daha ilk saniyelerde "sihrini" gösterdi. Bir baktım ki koltuğumda değilim. Cem Yılmaz ilk mucizesini göstermiş, beni sinemada kaybedip, çocukluğuma; babamın bizlere "Zati Sungur" numaraları yaptığı Ankara'daki, evimize göndermiş. Babamın yaptığı "hokkabaz oyunundaki" topu bulup da, sinemaya döndüğümde jenerik de benim bıraktığım yerden hareketlendi. Bu da ayrı bir sihir olsa gerek ... Çocukluğumun en müstesna köşesini, filmde de bir zaman kaybı yaşamadan ziyaret etmiştim. Filmi, gala gecesi 9 numaralı salonda izliyorum. Jeneriğin, biraz bulanık olan görüntülerinin, projeksiyon ha-tası olup olmadığını düşünürken, yanımdaki arkadaşım, "şimdi çocukluğunu anlatıyor, geçmiş biraz flu olur tabi" diyerek durumu kendince çözünce sustum. Jenerik bitip de görüntüdeki , fluluk devam edince, bu kez filmle "empati"yi kurma başarısını ben gösterdim. Yönet-men "izleyicinin" İskender ile Maradona'nın ileri derecede bozuk gözleri ile bir yakınlık kurmasını sağlamak için filmin görüntülerine bilinçli bir fluluk/hoşluk katmıştı. Neyse ki uzun sürmedi... Çünkü bu hoşluğu sadece 9 numaralı salondaki izleyicilere Projeksiyonist yapmıştı. Hokkabaz'ı, baştan sona net olarak vizyonda ikinci kez seyrettim ... Hokkabaz' ın, "sihirbaz" Cem Yılmaz bu kez sadece senaryo yazarı ve oyuncu olarak değil, yarattığı temadaki naif müzisyenliği ve yönetmenlikteki payı ile "bir kez daha" izlenmeyi hak ediyor... Ama, M.Ö. 3000'li yıllarda yaşayan Mısırlı büyücülerin, toplumdaki yerlerini korumak için "yanılsama ve yanıltma" tekniklerini kullanarak halka yaptıkları "hokkabazlıklar" türünden davranış biçimlerini hak etmiyor. Filmi beğenelim ya da beğenmeyelim, Antik Yunan ve Roma'nın gezgin sihirbazlarının, "büyücü" sanılarak, "yaratıcılıklarının" cezalandırılması gibi, "yaratıcılığını" pelikül üzerine de kazıyan "yeni bir yönetmenin" sihrinin cezalandırılmasını gerçekten hak etmiyor.


Ayrıca hepimiz biliriz ki sinemada asıl önemli olan yönetmenin "hikayeyi nasıl anlattığı" üzerine kilitlenir. Çünkü "Sihirbazlık" teması üzerine daha pek çok sinemacının çekmecesinde çekmek istediği bir hikaye, yazmak istediği bir fikir, ya da tamamlanmış bir senaryo olabilir. Sinemanın Hokkabaz'larının elindeki bu "cevherler" eğer iyi bir film olursa, onu yapanlar da müthiş sihirbazlıklarını kanıtlamış olurlar diye düşünüyorum. Yoksa çekildiği zamanlarda dillendirilmeyip, vizyona girip, izleyicilerin sevgisi ile buluştuğunda, "şapkadan çıkan tavşanlar"ın, gerçek sihirbazların saçtığı ışıkta, araba farlarının önünde donup kalan orman tavşanları kadar "yalnız ve ürkek" kalacaklarını görmek de içimizi acıtmıyor değil. Çünkü onları da geçmişte başarılı oldukları kendi uzmanlık alanlarında alkışladık, gerektiğinde de yine alkışlarız ... Yeter ki sinemanın "hokkabazları", sinemanın "sihirbazlarının" başarısını gölgelemesin.


Filmde de sık sık bu iki "kelime" arasındaki ince çizgi için yapılmış çabaya duyduğum saygıyla, galaya filmi izlemeye gelen ünlü sihirbaz Mandrake'nin, bu ayrım için söylediklerini alıntılayıp, ona da uzaktan bir "sihir" yapıp kulaklarını çınlatmayı denemek istiyorum: "Hokkabazlar biraz yardakçıdır; Yaptıkları ile insanları "şaşırtmayı" değil güldürmeyi hedeflerler. Bizim dilimize de "Hokkabazlık yapma" sözü bu yüzden yerleşmiştir. Oysa sihirbazlar için "sihir yapmak" ciddi iştir." Kahkaha ve dramı iç içe işleyebilmek belki de görsel dünyanın ve yazın edebiyatının en zorlu türlerinden biri ... Ve yine belki de bu yüzden, yaptığı filmlerle benim için "sinemanın sihirbazı" mertebesine ulaşmış olan Almodovar da, "hayatın bütün dramanın aslında "komedi"; bütün komedilerinin de gerçek bir "dram" olduğunu söylüyor. Sinemanın en büyük illüzyon olduğunu düşünen biri olarak, "Hokkabaz" filminde, Sheakspare'in dediği gibi "dünyayı bir kahkaha"nın ucuna asmayı becerebilen sinemanın ender "sihirbazları ndan biri olduğunu keşfediyorsunuz Cem Yılmaz'ı ve yol arkadaşı Ali Taner Baltacı'yı... Hokkabaz'ın sihirbaz ekibine ve BKM'ye eline sağlık diyoruz. (Sevinç Baloğlu) “Sinematürk Aylık Sine-ma Dergisi 2006, sayı 2”


 Palyaçoların yüreği duygu yüklür. Komedi sanatı aslında dramın öteki yüzüdür. Ve Charlie Chaplin’in en güzel filmi, bir dram olan “Sahne Işıkları”dır.

“Türkiye’nin en komik adamı” (bazıları buna “en zeki adamı” da diyor) Cem Yılmaz’ın ilk yönetmenlik denemesinin aslında dramatik bir film olmasına şaşılır mı? Yılmaz bir yerde “4 milyon değil, aklı başında 4 bin seyirci istiyorum” demiş. Haksızlık etmiş: filmin, hem de aklı başında çok daha fazla seyircisi olacak. Ama 4 milyonu da bulamayacak

.
Çünkü film beklenen film değil: her dakika kahkaha bekleyenler, klasik Cem Yılmaz skeçlerinin ucuca eklendiği dev bir “stand-up” umanlar, avuçlarını yalayacak. Marifetli hokkabaz (ya da sihirbaz) İskender’in yol arkadaşı Maradona Orhan, Kore gazisi, hafif üşütük babası Sait ve kaderin karşılarına çıkardığı fettan üçkağıtçı Fatma ile yaşadıkları, nerdeyse kahkahadan çok gözyaşı içeriyor.


Ve Cem Yılmaz, hemen tüm komedyenlerin fırsat bulur bulmaz yaptığı gibi, karşımıza duygusal bir öykü getiriyor. Anadolu’dan Çanakkale’ye uzanan bir yolculukta, İskender ilk kez sihirli sandığa soktuğu kadını kaybediyor ve belki ilk kez aşık oluyor, Sait baba ölüm saplantısından vazgeçip yanında taşı-dığı mezar taşını Çanakkale şehitliğine bırakıyor, şaşkın Maradona arkadaş katili olmaktan kıl payı kurtuluyor.


Yılmaz, yumuşacık bir anlatımla, müziğin tül gibi sardığı (hatta biraz fazla sardığı!) bir dille, bizlere eski Yeşilçam’dan da izler taşıyan bir gönül hikayesi anlatıyor. Komiklikten vazgeçip, komple bir karakter yaratmaya sıvanıyor. Aslında birkaç karakter: filmin hemen tüm kişileri oya gibi işlenip sunulmuş. Bu açıdan, özellikle dört baş oyuncu, birlikte çalan bir kuartet gibi uyumlu bir takım oyunculuğu sunuyorlar.


Ve film, “Türkiye’nin en komik adamının ayni zamanda iyi bir yönetmen olmaya da aday olduğunu gösteriyor. Hoş geldin, yönetmen Cem... (Atilla Dorsay)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder