Yönetmen Faruk Aksoy
Senaryo Atilla Engin
Görüntü Yönetmeni Mirsat Herovic, Hasan Gergin
Müzik Benjamin Wallfiisch
Yapım Aksoy Film/Servet Aksoy - Faruk Aksoy, Ayşe German
Kurgu: Erkan Özekan, Sanat Yönetmeni: Servet Aksoy, Dekor: Oğuz Kocaoğlu, Kostüm Tasarım: Canan Göknil, Kostüm Tasarım Asistanı: Gülden Sezer, Ahmet Selecik, Ortak Yapımcı: Hamit Keleş, Yapım Koordinatörü: Özlem Tunç, Yapım Yönetmeni: Faruk Metin, Mekan Sorumlusu: Osman Kazancıgil, Yapım Asistanı: Ozan Demirtaş, Gökhan Taş, Erdal Yavan, Egemen Gönül, Levent Aras, Eren Şahinduran, Ekrem Arpak, Arif Şahin, Yardımcı Yönetmen: Gülçin Önel, Yönetmen Yardımcısı: Selin Delioğlu, Burcu Dabak, Ömer Sinir, Ercan Cof, 1. Yönetmen Yardımcısı: Silva Delioğlu, SerdarAşkın, Senaryo Ekibi: İrfan Saruhan, Kamera Asistanı: Mustafa Rüstem, 2. Kamera Asistanı: Alex Hergeleci, 3. Kamera Asistanı: Sercan Sert, Kameraman: Aydoğan Yıldız, Ercan Özkan, Ahmet Bayer, Focus Puller: Yalçın Avcı, Olcay Oğuz, Erdem Yılmaz, Cenk Tatarer, Ali Cihan Yılmaz, Selami Şimşek, Eren Yıldız, Deniz Eyüboğlu, Andaç Şahan, Steadicam Operatörü: Tuncay Başpınar, İsmail Kara, Post-Prodüksiyon Asistanı: Eren Şahinduran, Velittin Öztürk, Işık Şefi; Hakkı Yazıcı, Ahmet Akça, Kostüm Sorumlusu: Sonay Ortuğ, Sanat Asistanı: Halil İbrahim Ünal, Behsat Veyseloğlu, Sezen Kayhan, Çağdaş Yüksel, Kostüm Asistanı: Tuğçe Gümrükçü, Nalan Pişirici, Fırat Çete, Ahmet Selecik, Sevil Uyar, Gülden Sezer, Canel Güney, Makyaj: Ahsen Gülkaya, Kuaför: Ethem Özcan, Ses Kayıt: Recep Demir, Hasan Baran, Okan Selçuk, Boom Operatörü: Furkan Atlı, Erkan Ateş, Cast Direktörü: Besim Kaan Aldinç, Selçuk Gün, Hakan Güdücü, Prodüksiyon Amiri: Hidayet Çakır, Hakan Danış, Basın Danışmanı: Filiz Öcal, Set Amiri: Nail Aydın, Sadun Demirkapı, Sponsor Sorumlusu; Özgür Tepetaş, Seslendirme Yönetmeni: Diğba Ener,
Oyuncular: Devrim Evin (Sultan Mehmet Han),İbrahim Çelikkol (Ulubatlı Hasan), Ozan Çobanoğlu (Taci), Halis Bayraktaroğlu (Kurtçu Doğan), İlker Kurt (2.Murat), Sedat Mert (Zağanos Paşa), Volkan Keskin (Balaban), Dilek Serbest (Era), Zafer İşlek (Lala), Mehmet Yüksel (Sahabe), Neslihan Maltepe (Bizanslı Cariye), Özkan Güngör (Solak), Ali Rıza Soydan (Papa), Aron Buniel (Kaptan), Emre Gönüllü (Şovalye), Ela Rümeysa Cebeci (Ceneviz Dükünün Eşi), Recep Aktuğ (İmparator Konstantin), CengizNamık Kemal Yiğittürk (Molla Hüsrev), Öner As (Molla Gürani ), Songül Kaya (Emine Hatun), Tuncay Gençkalan (Hz. Eyüp), Oğuz Oktay (Osman Bey), Hüse-yin Özay (Demirci Ali), Adnan Zaman (Menteşoğlu İlyas Bey), Emrah Özdemir (Lağımcı Kalfası Selim), Ömer Gecü (Yeniçeri Salih), Ege Uslu (Çocuk Sultan Mehmet), Toygun Ateş (Soylu), Faruk Metin (Soylu), Alp Derilgen (Soylu), Cenap Küçüksu (Soylu), Ali Ersin Yenar (Ceneviz Dükü), Emrah Bozkurt (Notras Subayı), Fatih Zenginoğlu (Rum Haber-ci), İbrahim Ergül (İbrahim Paşa), Ayaz Ayazoğlu (Ayas Paşa), Ahmet Sığırcı (Solak askeri), Yiğit Yarar (Hüseyin),
Konu: Sultan Mehmet, Babası 2. Murat-’ın ölüm haberini Saruhan Sancağı’n dayken aldı. Bu durum O’nu hem bü-yük bir keder içerisinde bırakmış, hem de tahtına tekrar oturmasının yolunu açmış olacaktı.Sultan Mehmet ilk tahtta çıktığında henüz 12 yaşındaydı. Uçbeyleri ile vezirleri arasındaki siyasi husumetten bunalan 2. Murat, çok sevdiği oğlu Alaaddin’in ölmesinin kendisinde yarattığı derin üzüntü sebebiyle tahttan feragat ederek Mehmet’i devletin başına geçirdi.Yeniçeri ve devlet üzerinde çok etkili biri olan Başvezir Halil Paşa, bu durumdan hiç memnun değildi. Özellikle, Sultan Mehmet’in İstanbul’un mutlak suret-le alınması gerektiğini söylemesinden büyük rahatsızlık duyuyordu. Mehmet’in toyluğunu fırsat bilen Haçlıların Osmanlı topraklarını işgale başlaması ihtimali üzerine Sultan Murat’ın tahta dönmesini sağladı. Mehmet de tahttan uzaklaştırılarak Saruhan Sancağına gönderildi. Şimdi yeniden ve daha güçlü bir şekilde tahtına dönmüştü. Yine öncelikli hedefi İstanbul’un fethedilmesiydi. O peygam-ber Efendimiz’in ( s.a.v) sözünden ilham alıyordu;
“Konstantiniyye elbet bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O’nun askeri ne güzel askerdir!” Bu hedefe onu götürecek her şeyi bir bir hesaplamıştı. Öncelikle gerekli hazırlıkları yapana kadar, tüm komşu ülkelerle barış içerisinde yaşamalıydı. Papalık dahil, Macarlara, Sırplara, Lehlere, Ceneviz ve Venediklilere elçiler göndererek barış içerisinde yaşama isteği içerisinde bulunduğunu bildirdi. Gelibolu tersanesini restore ettirerek, senede 100 kadırga yapılabilir hale getirdi.
Bu sırada D. Roma İmparatoru Konstantin, genç yaşından dolayı toy ve basiretsiz olduğunu düşündüğü Sultan Mehmet’e karşı, elinde tutsak olan Şehzade Orhan’ı kullanmaya çalışarak, ağır tahsisatlar talebinde bulunmaktaydı. Bütün amacı, Sultan Mehmet’in tavizler vererek iyice itibarsızlaşmasını sağlamaktı.Üstelik Sultan Mehmet bu tavizleri de veriyor, Konstantin’in bütün isteklerini kabul ediyordu. Ancak bu durum bile, sadece Sultan Mehmet’in stratejisinden ibaretti.
Karamanoğulları’nın bir isyan çıkarmaya başladığının haberi alınır alınmaz, Osmanlı Ordusu, Akşehir’e doğru yola koyuldu. Karamanoğlu İbrahim hiç beklemediği kadar kalabalık bir ordu gördü karşısında. Barış talebinde bulunmak zorunda kaldı. Ordusunun yara almaması için Sultan Mehmet barış talebini kabul etti. Sefer dönüşünde, savaşmadıkları halde bahşiş isteyen bir kısım yeniçeri Sultan’ın otağının önünü kesince; Sultan Mehmet hem cülusları dağıttı, hem de firar eden askerleri bahane ederek, Başvezir Halil Paşa’nın adamı olan Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan’ı dayak cezasına çarptırarak sürgüne yolladı. Bu hadiseyle ordusunun üzerindeki hakimiyetini tamamen sağlamış oldu.
Edirne’ye döndükten sonra İmparator Konstantin’e bir elçi göndererek, Orhan için ödediği tahsisatı artık yollamayacağını bildirdi. Ardından, Anadolu Hisarının karşısında Boğazkesen ( Rumeli ) Hisarının yapımına başladı. Bu fiili olarak D. Roma İmparatorluğuna savaş açmak demekti.
Bu durum Avrupa devletlerince de fark edilmişti. Ancak Fransız ve İngilizlerin birbiriyle savaşıyor olması, Alman Kralının da taht kavgalarıyla uğraşması gibi gerekçeler yüzünden D.Roma İmparatorluğu’na yardım etmek neredeyse imkansızdı. Papanın bir takım girişimleri de sonuçsuz kalmıştı.Tarih 2 Nisan 1453’ü gösterdiğinde, surlarının üzerindeki Rum askerleri, karşılarında, Sultan Mehmet ve binlerce Türk askerini buldular...
Evet, Büyük Bütçeliymiş…
(Kaan Karsan 17 Şubat 2012)
Kim derdi ki Recep İvedik’ler, Çılgın Dershane’ler Türk sinemasının en pahalı filminin yaratımında pay sahibi olacaktı? Bir koyup milyon kazandığı filmler sonrasında yapımcı kimliğinin üstüne bir de yönetmen kimliğini ekleyen ve yaptıklarıyla halka her daim istediğini veren Faruk Aksoy, Türk sinemasının en büyük arzu nesnelerinden biri haline getirdiği epik filmiyle, uzun bir bekleyişin ardından sinema sahnesinde. Hem de milletçe asırlardır nedense pek bir övündüğümüz İstanbul’un fethi meselesiyle.
Müthiş bir reklam kampanyasıyla gümbür gümbür gösterime sokulan Fetih 1453, temel olarak Hollywood epiklerinin en klasik anlatı yöntemini hiçbir sürprize mahal vermeyen bir yaklaşımla ödünç almış. Derinine inilmeyen ve lise tarih kitaplarından esinlenen özensiz bir “olay öncesi” politik ortam vaziyetleri, daha sonra bizi “büyük olay”a hazırlayan bir fırtına öncesi gerilim süreci ve en sonunda da tabii ki “büyük patlama”. Bayanlar baylar, işte karşımızda ne hikmetse Hz. Muhammed’in evinde başlayan ve Konstantinapolis’in yıkık surları ardında biten, büyük bir tarihi film!
Aslında Faruk Aksoy, her zamanki gibi halkın isteklerine yönelik geniş algısını çok başarılı bir formülle gösteriyor bizlere. Dini bir damardan iman gücünü alan, yoğun milli duyguları inceden sömürerek hitap eden ve Türk sinemasının alışık olmadığı görsellerle göz boyayan bir film Fetih 1453. Yani kendini teslim etmeye hazır ortalama bir seyircinin bu filmden memnun ayrılmama ihtimali son derece düşük. Fakat neyse ki bu kalitesiz cilanın kazınması hiç de zor değil.
“Büyük bütçeli film” kavramının “Fetih 1453” isminin önüne geçtiği bir filmden bahsederken, işin sığlıktan başka bir şeye hitap edebilen bir kısmından bahsetmek ne mümkün olsa da, üzülüyor insan. Kötücül gülüşe sahip alkolik vezinacı Bizans’lı kötü adam prototiplerinden tutun da, işin ulvi boyutunu üstlenen “Ak Sakallı Dede” gibi mitolojik kahramanlara kadar varan bir ucuzluk var ortada. Fetih esnasında birbirine bağlanan yüzeysel yan hikayeler de, hem etkilemekten hem de sürüklemekten uzak. Felaket sınırlarında dolaşan bir senaryonun iki saat boyunca bir türlü kuramadığı dramatik yapı yüzünden, “ben ne izliyorum ki acaba” hissi, bünye-ye egemen olmakta hiç gecikmiyor.
Arabistan’dan Vatikan’a kadar uzanan hikayenin kurgu konusunda yaşadığı sıkıntılardan bahsetmeye bile gerek yok. Özensiz ve sık “cut”lar ile birbirine nasıl bağlandığı anlaşılamayan sahneler birbirini izliyor. Filmin çok güvendiği savaş mizansenleri de, arka planında yoğun bir amatörlük taşıyorlar. Yakın plandan filme alınan askerler şık bir kareografiye göre dövüşürlerken, geniş planda savaş ortamı tam bir temsili canlandırma tadında.
Bunların hepsi yetmezmiş gibi Osmanlı devletine mensup olmayan herkes, kişiye insanoğlundan umudu kestirecek kadar kötüyken inandırıcı olmaktan fersah fersah uzaktalar. Zaten yan karakterlerin oyunculukları konusunda da büyük sıkıntılar yaşayan film, Bizans ve Vatikan sahnelerinde kendini bile aşarak iyice dibe vuruyor. Görsel olarak kurulmaya çalışan albenili dünya, tarihin hiçbir gerçeğini yansıtamayan, amatörce yazılan diyaloglarla yerle bir oluyor. Tarihi bir epik izlemekten ziyade, günü-müz dünyasının jargonunu taşıyan bir müsamere izliyormuşuz hissine kapılıyoruz.
Filmin iyi anlatılamayan bir aşkı da kapsayan “Ulubatlı Hasan” sekansları ise, İbrahim Çelikkol’un çabasına vekarizmasına rağmen kötü bir çizgi-romandan alıntılanmışçasına başka bir evrene ait. Hele bu karakterin bilgisa-yar oyunu jargonuyla anlatmak gerekirse bir “bölüm sonu canavarı” dövüşü var ki, bizi Fetih 1453 aleminden alıp bir samuray filmine bırakıyor. Bu gibi bir-kaç sahnenin sadece “biz de yapabiliyoruz” tavrından öteye gidebilen hiçbir yanı yok.
İlginçtir ki, Fetih 1453’ü, bir Çılgın Dershane ya da Recep İvedik’in zanaatkar mantığından ayırabilen hiçbir yanı yok. Fazlasıyla tüketime ve anı yaşatmaya yönelik, tarih duygusundan ve gerçeklikten tamamen uzak bir “gerçek olaylardan esinlenilmiştir” filmi bu. Tabii büsbütün abartılan CGI efektlerden ve insanı anbean yoran gürültüden gerçekten keyif alabiliyorsanız, filmi görmeye engel bir durumunuz yok demektir. Tebrik edelim o zaman, nur topu gibi ve pahalı bir tarihsel epiğimiz oldu, sinemamıza hiçbir faydası olmayan…(www.eksisinema.com
https://www.youtube.com/watch?v=xWfrDsDGW5w
FİLMİ İZLE
Senaryo Atilla Engin
Görüntü Yönetmeni Mirsat Herovic, Hasan Gergin
Müzik Benjamin Wallfiisch
Yapım Aksoy Film/Servet Aksoy - Faruk Aksoy, Ayşe German
Kurgu: Erkan Özekan, Sanat Yönetmeni: Servet Aksoy, Dekor: Oğuz Kocaoğlu, Kostüm Tasarım: Canan Göknil, Kostüm Tasarım Asistanı: Gülden Sezer, Ahmet Selecik, Ortak Yapımcı: Hamit Keleş, Yapım Koordinatörü: Özlem Tunç, Yapım Yönetmeni: Faruk Metin, Mekan Sorumlusu: Osman Kazancıgil, Yapım Asistanı: Ozan Demirtaş, Gökhan Taş, Erdal Yavan, Egemen Gönül, Levent Aras, Eren Şahinduran, Ekrem Arpak, Arif Şahin, Yardımcı Yönetmen: Gülçin Önel, Yönetmen Yardımcısı: Selin Delioğlu, Burcu Dabak, Ömer Sinir, Ercan Cof, 1. Yönetmen Yardımcısı: Silva Delioğlu, SerdarAşkın, Senaryo Ekibi: İrfan Saruhan, Kamera Asistanı: Mustafa Rüstem, 2. Kamera Asistanı: Alex Hergeleci, 3. Kamera Asistanı: Sercan Sert, Kameraman: Aydoğan Yıldız, Ercan Özkan, Ahmet Bayer, Focus Puller: Yalçın Avcı, Olcay Oğuz, Erdem Yılmaz, Cenk Tatarer, Ali Cihan Yılmaz, Selami Şimşek, Eren Yıldız, Deniz Eyüboğlu, Andaç Şahan, Steadicam Operatörü: Tuncay Başpınar, İsmail Kara, Post-Prodüksiyon Asistanı: Eren Şahinduran, Velittin Öztürk, Işık Şefi; Hakkı Yazıcı, Ahmet Akça, Kostüm Sorumlusu: Sonay Ortuğ, Sanat Asistanı: Halil İbrahim Ünal, Behsat Veyseloğlu, Sezen Kayhan, Çağdaş Yüksel, Kostüm Asistanı: Tuğçe Gümrükçü, Nalan Pişirici, Fırat Çete, Ahmet Selecik, Sevil Uyar, Gülden Sezer, Canel Güney, Makyaj: Ahsen Gülkaya, Kuaför: Ethem Özcan, Ses Kayıt: Recep Demir, Hasan Baran, Okan Selçuk, Boom Operatörü: Furkan Atlı, Erkan Ateş, Cast Direktörü: Besim Kaan Aldinç, Selçuk Gün, Hakan Güdücü, Prodüksiyon Amiri: Hidayet Çakır, Hakan Danış, Basın Danışmanı: Filiz Öcal, Set Amiri: Nail Aydın, Sadun Demirkapı, Sponsor Sorumlusu; Özgür Tepetaş, Seslendirme Yönetmeni: Diğba Ener,
Oyuncular: Devrim Evin (Sultan Mehmet Han),İbrahim Çelikkol (Ulubatlı Hasan), Ozan Çobanoğlu (Taci), Halis Bayraktaroğlu (Kurtçu Doğan), İlker Kurt (2.Murat), Sedat Mert (Zağanos Paşa), Volkan Keskin (Balaban), Dilek Serbest (Era), Zafer İşlek (Lala), Mehmet Yüksel (Sahabe), Neslihan Maltepe (Bizanslı Cariye), Özkan Güngör (Solak), Ali Rıza Soydan (Papa), Aron Buniel (Kaptan), Emre Gönüllü (Şovalye), Ela Rümeysa Cebeci (Ceneviz Dükünün Eşi), Recep Aktuğ (İmparator Konstantin), CengizNamık Kemal Yiğittürk (Molla Hüsrev), Öner As (Molla Gürani ), Songül Kaya (Emine Hatun), Tuncay Gençkalan (Hz. Eyüp), Oğuz Oktay (Osman Bey), Hüse-yin Özay (Demirci Ali), Adnan Zaman (Menteşoğlu İlyas Bey), Emrah Özdemir (Lağımcı Kalfası Selim), Ömer Gecü (Yeniçeri Salih), Ege Uslu (Çocuk Sultan Mehmet), Toygun Ateş (Soylu), Faruk Metin (Soylu), Alp Derilgen (Soylu), Cenap Küçüksu (Soylu), Ali Ersin Yenar (Ceneviz Dükü), Emrah Bozkurt (Notras Subayı), Fatih Zenginoğlu (Rum Haber-ci), İbrahim Ergül (İbrahim Paşa), Ayaz Ayazoğlu (Ayas Paşa), Ahmet Sığırcı (Solak askeri), Yiğit Yarar (Hüseyin),
Konu: Sultan Mehmet, Babası 2. Murat-’ın ölüm haberini Saruhan Sancağı’n dayken aldı. Bu durum O’nu hem bü-yük bir keder içerisinde bırakmış, hem de tahtına tekrar oturmasının yolunu açmış olacaktı.Sultan Mehmet ilk tahtta çıktığında henüz 12 yaşındaydı. Uçbeyleri ile vezirleri arasındaki siyasi husumetten bunalan 2. Murat, çok sevdiği oğlu Alaaddin’in ölmesinin kendisinde yarattığı derin üzüntü sebebiyle tahttan feragat ederek Mehmet’i devletin başına geçirdi.Yeniçeri ve devlet üzerinde çok etkili biri olan Başvezir Halil Paşa, bu durumdan hiç memnun değildi. Özellikle, Sultan Mehmet’in İstanbul’un mutlak suret-le alınması gerektiğini söylemesinden büyük rahatsızlık duyuyordu. Mehmet’in toyluğunu fırsat bilen Haçlıların Osmanlı topraklarını işgale başlaması ihtimali üzerine Sultan Murat’ın tahta dönmesini sağladı. Mehmet de tahttan uzaklaştırılarak Saruhan Sancağına gönderildi. Şimdi yeniden ve daha güçlü bir şekilde tahtına dönmüştü. Yine öncelikli hedefi İstanbul’un fethedilmesiydi. O peygam-ber Efendimiz’in ( s.a.v) sözünden ilham alıyordu;
“Konstantiniyye elbet bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O’nun askeri ne güzel askerdir!” Bu hedefe onu götürecek her şeyi bir bir hesaplamıştı. Öncelikle gerekli hazırlıkları yapana kadar, tüm komşu ülkelerle barış içerisinde yaşamalıydı. Papalık dahil, Macarlara, Sırplara, Lehlere, Ceneviz ve Venediklilere elçiler göndererek barış içerisinde yaşama isteği içerisinde bulunduğunu bildirdi. Gelibolu tersanesini restore ettirerek, senede 100 kadırga yapılabilir hale getirdi.
Bu sırada D. Roma İmparatoru Konstantin, genç yaşından dolayı toy ve basiretsiz olduğunu düşündüğü Sultan Mehmet’e karşı, elinde tutsak olan Şehzade Orhan’ı kullanmaya çalışarak, ağır tahsisatlar talebinde bulunmaktaydı. Bütün amacı, Sultan Mehmet’in tavizler vererek iyice itibarsızlaşmasını sağlamaktı.Üstelik Sultan Mehmet bu tavizleri de veriyor, Konstantin’in bütün isteklerini kabul ediyordu. Ancak bu durum bile, sadece Sultan Mehmet’in stratejisinden ibaretti.
Karamanoğulları’nın bir isyan çıkarmaya başladığının haberi alınır alınmaz, Osmanlı Ordusu, Akşehir’e doğru yola koyuldu. Karamanoğlu İbrahim hiç beklemediği kadar kalabalık bir ordu gördü karşısında. Barış talebinde bulunmak zorunda kaldı. Ordusunun yara almaması için Sultan Mehmet barış talebini kabul etti. Sefer dönüşünde, savaşmadıkları halde bahşiş isteyen bir kısım yeniçeri Sultan’ın otağının önünü kesince; Sultan Mehmet hem cülusları dağıttı, hem de firar eden askerleri bahane ederek, Başvezir Halil Paşa’nın adamı olan Yeniçeri Ağası Kurtçu Doğan’ı dayak cezasına çarptırarak sürgüne yolladı. Bu hadiseyle ordusunun üzerindeki hakimiyetini tamamen sağlamış oldu.
Edirne’ye döndükten sonra İmparator Konstantin’e bir elçi göndererek, Orhan için ödediği tahsisatı artık yollamayacağını bildirdi. Ardından, Anadolu Hisarının karşısında Boğazkesen ( Rumeli ) Hisarının yapımına başladı. Bu fiili olarak D. Roma İmparatorluğuna savaş açmak demekti.
Bu durum Avrupa devletlerince de fark edilmişti. Ancak Fransız ve İngilizlerin birbiriyle savaşıyor olması, Alman Kralının da taht kavgalarıyla uğraşması gibi gerekçeler yüzünden D.Roma İmparatorluğu’na yardım etmek neredeyse imkansızdı. Papanın bir takım girişimleri de sonuçsuz kalmıştı.Tarih 2 Nisan 1453’ü gösterdiğinde, surlarının üzerindeki Rum askerleri, karşılarında, Sultan Mehmet ve binlerce Türk askerini buldular...
Evet, Büyük Bütçeliymiş…
(Kaan Karsan 17 Şubat 2012)
Kim derdi ki Recep İvedik’ler, Çılgın Dershane’ler Türk sinemasının en pahalı filminin yaratımında pay sahibi olacaktı? Bir koyup milyon kazandığı filmler sonrasında yapımcı kimliğinin üstüne bir de yönetmen kimliğini ekleyen ve yaptıklarıyla halka her daim istediğini veren Faruk Aksoy, Türk sinemasının en büyük arzu nesnelerinden biri haline getirdiği epik filmiyle, uzun bir bekleyişin ardından sinema sahnesinde. Hem de milletçe asırlardır nedense pek bir övündüğümüz İstanbul’un fethi meselesiyle.
Müthiş bir reklam kampanyasıyla gümbür gümbür gösterime sokulan Fetih 1453, temel olarak Hollywood epiklerinin en klasik anlatı yöntemini hiçbir sürprize mahal vermeyen bir yaklaşımla ödünç almış. Derinine inilmeyen ve lise tarih kitaplarından esinlenen özensiz bir “olay öncesi” politik ortam vaziyetleri, daha sonra bizi “büyük olay”a hazırlayan bir fırtına öncesi gerilim süreci ve en sonunda da tabii ki “büyük patlama”. Bayanlar baylar, işte karşımızda ne hikmetse Hz. Muhammed’in evinde başlayan ve Konstantinapolis’in yıkık surları ardında biten, büyük bir tarihi film!
Aslında Faruk Aksoy, her zamanki gibi halkın isteklerine yönelik geniş algısını çok başarılı bir formülle gösteriyor bizlere. Dini bir damardan iman gücünü alan, yoğun milli duyguları inceden sömürerek hitap eden ve Türk sinemasının alışık olmadığı görsellerle göz boyayan bir film Fetih 1453. Yani kendini teslim etmeye hazır ortalama bir seyircinin bu filmden memnun ayrılmama ihtimali son derece düşük. Fakat neyse ki bu kalitesiz cilanın kazınması hiç de zor değil.
“Büyük bütçeli film” kavramının “Fetih 1453” isminin önüne geçtiği bir filmden bahsederken, işin sığlıktan başka bir şeye hitap edebilen bir kısmından bahsetmek ne mümkün olsa da, üzülüyor insan. Kötücül gülüşe sahip alkolik vezinacı Bizans’lı kötü adam prototiplerinden tutun da, işin ulvi boyutunu üstlenen “Ak Sakallı Dede” gibi mitolojik kahramanlara kadar varan bir ucuzluk var ortada. Fetih esnasında birbirine bağlanan yüzeysel yan hikayeler de, hem etkilemekten hem de sürüklemekten uzak. Felaket sınırlarında dolaşan bir senaryonun iki saat boyunca bir türlü kuramadığı dramatik yapı yüzünden, “ben ne izliyorum ki acaba” hissi, bünye-ye egemen olmakta hiç gecikmiyor.
Arabistan’dan Vatikan’a kadar uzanan hikayenin kurgu konusunda yaşadığı sıkıntılardan bahsetmeye bile gerek yok. Özensiz ve sık “cut”lar ile birbirine nasıl bağlandığı anlaşılamayan sahneler birbirini izliyor. Filmin çok güvendiği savaş mizansenleri de, arka planında yoğun bir amatörlük taşıyorlar. Yakın plandan filme alınan askerler şık bir kareografiye göre dövüşürlerken, geniş planda savaş ortamı tam bir temsili canlandırma tadında.
Bunların hepsi yetmezmiş gibi Osmanlı devletine mensup olmayan herkes, kişiye insanoğlundan umudu kestirecek kadar kötüyken inandırıcı olmaktan fersah fersah uzaktalar. Zaten yan karakterlerin oyunculukları konusunda da büyük sıkıntılar yaşayan film, Bizans ve Vatikan sahnelerinde kendini bile aşarak iyice dibe vuruyor. Görsel olarak kurulmaya çalışan albenili dünya, tarihin hiçbir gerçeğini yansıtamayan, amatörce yazılan diyaloglarla yerle bir oluyor. Tarihi bir epik izlemekten ziyade, günü-müz dünyasının jargonunu taşıyan bir müsamere izliyormuşuz hissine kapılıyoruz.
Filmin iyi anlatılamayan bir aşkı da kapsayan “Ulubatlı Hasan” sekansları ise, İbrahim Çelikkol’un çabasına vekarizmasına rağmen kötü bir çizgi-romandan alıntılanmışçasına başka bir evrene ait. Hele bu karakterin bilgisa-yar oyunu jargonuyla anlatmak gerekirse bir “bölüm sonu canavarı” dövüşü var ki, bizi Fetih 1453 aleminden alıp bir samuray filmine bırakıyor. Bu gibi bir-kaç sahnenin sadece “biz de yapabiliyoruz” tavrından öteye gidebilen hiçbir yanı yok.
İlginçtir ki, Fetih 1453’ü, bir Çılgın Dershane ya da Recep İvedik’in zanaatkar mantığından ayırabilen hiçbir yanı yok. Fazlasıyla tüketime ve anı yaşatmaya yönelik, tarih duygusundan ve gerçeklikten tamamen uzak bir “gerçek olaylardan esinlenilmiştir” filmi bu. Tabii büsbütün abartılan CGI efektlerden ve insanı anbean yoran gürültüden gerçekten keyif alabiliyorsanız, filmi görmeye engel bir durumunuz yok demektir. Tebrik edelim o zaman, nur topu gibi ve pahalı bir tarihsel epiğimiz oldu, sinemamıza hiçbir faydası olmayan…(www.eksisinema.com
https://www.youtube.com/watch?v=xWfrDsDGW5w
FİLMİ İZLE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder