“Hüznün
sayısız tonu, bir çok yüzü vardır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar gibi.
Ben
bazı yakın arkadaşların aracılığıyla, hüznü, sevgi ve kederi anlatmaya
çalıştım; her ne kadar bazıları tarafından anlaşılmaz ve inanılmaz bulunsa da.”
Yılmaz
Güney
“Yol’un
büyük yolculuğuna kendi ülkesinde de devam etmesi için yapılan restorasyon
çalışmasında emeği geçenlere teşekkür ederiz”
Fatoş
Güney
Yönetmen:
Şerif Gören
Senaryo
ve Kurgu: Yılmaz
Güney
Görüntü
Yönetmeni: Erdoğan
Engin
Müzik:
Zülfü
Livaneli (Sebastian Argol Kendal takma adıyla)
Müzik
Direktörü: Ferhat
Livaneli
Yapım:
Güney
Film/Yılmaz Güney -
Cactus
Film Ortak yapımı
Müzisyenler: Ferhat Livaneli, Selim Atakan, Erdal
Akkaya, Eyüp hamiş, Cengiz Ercümer, Saim Peker, Sevil Peker, Ertan Tekin,
Müzik Kayıt ve Mix: Çağlar Türkmen, Ses Dizayn-Mix: Taylan Oğuz,
Ses Kayıt-Senkron: Serdar Öngören, İsa Yücel, Osman Tahsin Erol, Serhat
Savaş, Editör: Yılmaz Güney, Elizabeth Waelchi, Video Kurgu: Şölen
Yertutan, Film Kayıt: Serdar Danişmend, Laboratuar: Yusuf Özbek,
Mustafa Koç, Orhan Turgut, Selahattin Turgut, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Seslendirme
Yönetmeni: Toygun Ateş, Seslendirme Sanatçıları: Müşfik kenter,
Erdal Özyağcılar, Halil Ergün, Rutkay Aziz, Savaş Dinçer, Gülen Kahraman,
Nilüfer Akbal, Ali Tutal, Meral Orohonsay, Atilla Yiğit, Ender Yiğit, Cengiz
Küçükayvaz, Ali yaylı, Hakkı Ergök, Görkem Ateş, Tenay, Murat Batgi, Arjen
Yalçınkaya, Rojen Bruşa Çirik, Melike Çirik, Kemal Ulusoy, Reşat Günel, Yıldız
Gültekin, Samye Tunç, Resterasyon Süpervi-zörü: Ersin Salman,
Oyuncular: Tarık
Akan, Şerif Sezer, Halil Ergün, Meral Orhonsay, Necmettin Ço-banoğlu, Sevda
Aktolga, Hikmet Çelik, Tuncay Akça, Semra Uçar, Hale Akınlı, Hikmet Taşdemir,
Turgut Savaş, Hikmet Taşdemir, Engin Çelik, Osman Bardakçı, Enver Güney,
Erdoğan Seren
ÖDÜLLER :
► 1982 Cannes Film Festivali Altın
Palmi-ye Ödülünü
►Costa Gavras’ın “Missing (Kayıp) filmi ile paylaştı.
►Costa Gavras’ın “Missing (Kayıp) filmi ile paylaştı.
► Fransa'da "Eleştirrmenler"
ödülü (1983).
► Fibresci Ödülü, Özel Anma Ödülü
KONU: 'Yol'
filmi, İmralı Yarı Açık Cezaevi'nde yatmakta olan Seyit Ali (Tarık Akan),
Mehmet Salih (Halil Ergün), Ömer (Necmettin Çobanoğlu), Mevlüt (Hikmet Çelik),
Yusuf (Tuncay Akca) gibi 6 mahkumun izne gitmeleri ve izinde başlarına
gelenlerin öyküsünü anlatır. Mahkumlara gelen mektuplar, hapishanede
dağıtılmaktadır. 12 Eylül ihtilali'nin üzerinden kısa bir süre geçmiştir.
Ceza-evi yöneticisi, mahkumları disiplinsiz olmalarından dolayı uyarmakta ve
davranışlarını değiştirmeyenIerin kapalı cezaevlerine gönderileceklerini
söylemektedir. Bu arada uzun süredir askıya alınmış izinler yeniden açılmıştır.
izin listesinde adı olan Seyit Ali, Mehmet Salih, Ömer gibi mahkumlarda izne
çıkacaktırlar. İzine giden mahkumlar eğer geri dönmezlerse, yakalanırlarsa
kapalı cezaevine gönderileceklerdir. İzinde hasta olurlarsa savcılığa ya da
sıkıyönetim komutanına başvuracaklardır. Seyit Ali, babasının yanında olan
karısı ve çocuğunu görmek için Konya'ya, Mehmet Salih ise Adana'ya gitmektedir.
Seyit Ali, baba evine geldiğinde babasının bir kuma alıp çocuk sahibi olduğunu,
karısının ise kaçtığını öğrenir. Mehmet Salih'i ise karısının ailesi
istememektedir. Karısı ise çocuğu ve kocasıyla ailesinin arasında sıkışıp
kalmıştır. Ailesi Mehmet Salih’i kayınbiraderi Aziz'in vurulmasından sorumlu
tutmaktadırlar. Mehmet Salih, Aziz ile kuyumcu soyarken polisin gelmesi üzerine
korkarak kaçmış ve Aziz'in vurulmasına neden olmuştur. Ömer ise
Fırat-Birecik'den geçerek filmde Kürdistan olarak gösterilen bölgeye gider.
Mahkumlardan bir diğeri Mevlüt ise Gaziantep'e gelmiştir. Seyit Ali'nin karısı
onun yokluğunda Soğukoluk'ta geneleve düşmüştür. Ailesi namuslarını temizlemek
için kızlarını yanlarına almıştır. Mehmet Salih, Diyarbakır'a karısının
ailesinin evine gider. Karısı Emine ve çocuklarını görmeye gittiğinde kayın
pederinin evinde kötü karşılanır. Hepsi ona Aziz'in ölümüne neden olduğu için
kin gütmektedir. Mehmet Salih'in karısı Ziine, çocukları ve kocasıyla kaçar.
Seyit Ali ise, karısını ve oğlunu babasının evinden alarak Sancak'a abisi
Şevket'in yanına götürmek üzere yola çıkarlar. Bu arada karısı ve çocuklarıyla
kaçan Mehmet Salih'i, Emine'nin ailesi trende kıstırarak öldürür. Seyit Ali'nin
karısı Zine, Sancak'a giderlerken yolda donarak ölür. İzin yolculuğu neredeyse
bütün mahkumlar için trajediyle son bulmuştur.
►Yılmaz Güney'in 23 Ocak 1981'de Isparta Ceza
evinde yazıp bitirdiği Arife-Bayram adlı senaryonun çekimine aynı yıl (Ocak'ın
ortalarında), yönetmen Er-den Kıral başladı. Güney'e göre bu ilk proje 6 saat
uzunluğunda bir film ola-caktı. Temel öykü, on bir mahkumun iç içe gelişen
hayat serüveninden kaynaklanıyordu. Bazı nedenlerle 17 günlük bir çalışmadan ve
33 kutu çekildikten sonra yapımcısı Güney tarafından çekim durduruldu. 40
günlük bir aradan sonra, yeni bir ekiple tekrar çekim e başlandı. Bu kez filmin
yönetmeni Şerif Gören'di. 155 sayfalık senaryodan bazı bölümler çıkarılarak,
temel öykünün on bir mahkumu, yeni bir düzenleme sonucu (Güven Şengül’ün
oynadığı Süleyman adlı mahkumun da senaryodaki rolü kısaltılarak) 6'ya
düşürüldü. Ayrıca, Erden Kral'ın yönetiminde çekilen Erol Demiröz'lü sahneler
de çıkartıldı. Filmin çekimi bittikten sonra Yol, yasadışı yollardan yurt
dışına kaçırılarak seslendirme ve tüm teknik işlemleri Fransa'da yapıldı. Eski
adıyla "Bayram", yeni adıyla Yol, Susuz Yaz ve Umut'tan sonra yurt
dışına kaçırılıp, devlet desteği dışında festivallere katılan üçüncü Türk filmi
oluyor.
Yasa dışı video kasetlerinden izlenen Yol, on sekiz yıl sonra (12
Şubat 1999) ilk kez Türkiye sinemalarında vizyona girdi. Türkiye'de yeniden
seslendirilen, yurt dışı kopyalarında yer alan Urfa bölümündeki Kürdistan
yazısı çıkarıldı. “Agâh Özgüç, “Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney”
► 35.
Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye'yi Costa Gavras'ın Kayıp'ıyla paylaşan,
Türk sinemasına uluslararası bir festivaldeki en büyük başarıyı kazandıran
Şerif Gören filmi Yol, alabildiğine sarsıcı, seyirciyi asla rahat bırakmayan,
tartışmasız bir başyapıt. Uzun bir liste halinde sıralanabilecek özellikleri
nedeniyle, filmin bu denli saygınlık taşıması ve dünya sinema tarihinde çok
onurlu bir yer edinmesinde, senaryoda imzası bulunan Yılmaz Güney'in de büyük
payı var kuşkusuz. Öyle ki 12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından, çok zorlu
koşullarda işbirliğine giren Gören-Güney ikilisinin yaşadıkları ve filmin çekim
süreci, başlı başına kitaplara, belgesellere konu olacak nitelikte.
Yol, çeşitli suçlardan İmralı Yarı Açık Cezaevi'nde hükümlü
bulunan beş kader arkadaşının, iyi halleri göz önünde bulundurularak,
çıkarıldıkları bir haftalık bayram izinleri sırasında yaşadıklarını anlatıyor.
Karısının başka erkeklerle birlikte olduğunu öğrenen ve töreler gereği elini
kana bulamaya zorlanan Seyyit Ali...Soygun sırasında kayınbiraderini ölüme terk
ettiği düşünüldüğü için, çok sevdiği karısının ailesi tarafından dışlanan
Mehmet Ali… İzin kağıdını kaybettiği için cezaevine geri gönderilen
Yusuf...Bayram iznini nişanlısıyla geçirmeyi düşleyen ama kızlarını bir saniye
bile yalnız bırakmayan aile nedeniyle hevesi kursağında kalan Mevlüt... Köyünün
güzel kızlarından Gülbahar'a yanık, ne yapacağını bilemeyen Ömer...
Şerif Gören, diyelim ki bir western'e ya da komedi filmine de çok
zengin malzeme sağlayabilecek bu öyküyü, olağanüstü etkileyicilikte bir Türkiye
Anadolu destanına dönüştürmüş. Godar'ın tanımıyla, "politik bir film"
değil Yol; "politik yöntemle yapılmış bir film". Şerif Gören'in hiç
büyük laflar etmeden, tek bir karede cunta lideri ile ünlü bir transseksüel
şarkıcının kartpostallarını yan yana getirerek 12 Eylül'ü gayet yalın biçimde
simgelemesi, bunun kanıtı!
Mahpusluğun, yolculuğun ve varılan yerlerin
filmi Yol. Kalabalık oyuncu kadrosunun başarısından ise uzun uzun söz etmeye
hiç gerek yok. "Göz kamaştırıcı" demek yeterli... (Tunca Arslan)
“www.europeanfilmfestival.com ”
► "Yol" hemen söylemeli, bir sinema baş yapıtı, sinemanın
son yıllarda gerçekleştirdiği en güçlü filmlerden biri. Film gücünü, çeşitli
düşünsel akımların, entellektüel kaygıların, biçimsel araştırmaların, özbiçim
dengesi ve ilişkisi tartışmalarının at oynattığı dünya sineması içinde, yalın
ve özlü bir sinema olmasından alıyor. Film, son dönemdeki birçok başarı kazanan
filmimizde olduğu gibi, insanoğlunun temel sorunlarını irdeliyor ...
Kadın-erkek ilişkisi, kadının odak noktasını oluşturduğu sevgi, istek,
kıskançlık, ihanet, namus, onur, onursuzluk gibi kavramlar. (Atilla Dorsay,
Milliyet Sanat Dergisi, S. 60, 15 Kasım 1982)
► Yol filmi, bugüne kadar Türk sinemasının
aldığı en önemli ödüllerden olan Cannes Film Festivali'nde, 1982 yılında Altın
Palmiye kazanmıştı. Filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney'in, ülkesi dışında
yaşamak zorunda olduğu dönemlerde çekilen bir film olan Yol'un yönetmenliğini
ise Şerif Gören yapmıştı. Yol, Şerif Gören'in filmografisindeki en iyi
filmlerden biri. Film farklı nedenlerle hapse girmiş mahkumların izin için
yakınlarının yanına gitmek için yaptıkları yolculuk sırasında, 12 Eylül'ün
gölgesindeki Türkiye'den insan ve yaşam manzaraları sunuyor. Aleni bir ihtilal
eleştirisine ki1itlenmeyen film, günümüzde de aşılamayan töre cinayetleri,
azgelişmişlik, yoksulluk ve geri kalmışlığın zihniyeti gibi sorunlar üzerinde
gerçekçi bir yaklaşım oluşturuyor. Yılmaz Güney'in daha önce yine senaryolarını
yazdığı fakat hapiste olduğu için çekemediği Sürü, Düşman gibi filmlerden sonra
destansı boyutları olan bir film Yol. Hapishane olarak İmralı Yarı Açık
Cezaevi'nin seçilmesi aslında manidar bir sonuç yaratıyor. Hapishane içindeki
yarı açık yaşam, dönemsel olarak kesiştirilen 12 Eylül İhtilali'yle birleştirilince,
cezaevi bir metafor özelliği taşımaya başlıyor. Ele alınan dönem ve olaylarda
da, ülke bir çeşit açık cezaevi niteliği taşıyor. Nedeni ne olursa olsun,
baskının ve şiddetin en açık şekilde yaşandığı bir ortam karşımıza çıkıyor.
"Aslında 'Yol' bir büyük hapishaneyi an-latıyor. Küçük yarı açık
hapishaneden izinli çıkıp büyük bir hapishanenin içinde 'izin' yapan
mahkumların öyküsüdür 'Yol'. İmralı'dan başlayan 'Yol'culuk Bursa, Eskişehir,
Konya, Toros 'un köyleri, Tarsus, Mersin, Adana, Antep, Urfa, Diyarbakır ve
Bingöl gibı geniş bir coğrafyada geçer" (Başlangıç, Radikal, 23.01.1999).
► Filmde yoğun acıların,
sorunların, gelenek-göreneklerin çarpıttığı insan ilişkilerinin, cinsel
baskıların, gerçekçi, nesnel tasviri ağır basıyor. Doğulu kadının
ezilmişliğiyle erkeğin zavallılığının birbirine koşut gittiği film, hala
geçerli katı aile göreneklerini, feodal adetleri açık seçik gözler önüne
seriyor. Keskin bir çığlık gibi seyredenin boğazına saplanan bu kolayca
unutulamaz yol ve yolculuk destanı, kesinlikle hiçbir seyircinin duyarsız
kalamayacağı bir başyapıta dönüşüyor iki saat süresince" (Sungu Çapan, Cumhuriyet,
13.02.1999).
► Yol'un ele aldığı dönemsel
özellikleri, gerçekçi yaklaşımını önemsemekle bir-likte genelde başarısız
görünen oyunculuğunu, sinemasal anlatımındaki bağlantı sorunlarını görmezden
gelmek olanaklı değiL. Ayrıca 1980'li yıllarda sesli film çekme geleneği henüz
yerleşmediği için, böyle önemli bir ödül kazanmasına karşın, filmin ses
tasarımında teknik ve estetik açıdan yetersizlikler olduğunu belirtmek gerekir.
Yol Filmi, çekildiği tarihten uzun bir süre sonra sonra 12 Şubat 1999'da
Türkiye'de gösterime girdi. Gösterime girmeden öncede Yılmaz Güney Kültür ve Sanat
Vakfı, filmin ses düzeninin günümüz koşullarına göre uygulanması için uzun
süren çalışmalar yaptırdı. Filmin çekildiği yıllardaki koşullar yüzünden
başarısız yapılmış olan seslendirmesinin yeniden yapılmasında, Müşfik Kenter,
Rutkay Aziz, Erdal Özyağcılar, Nilüfer Akbal, Ali Tutal gibi sanatçılar ücret
almadan filmin seslendirmesine katıldı. Efektleri yeniden yapılan filmin,
müziği de beslenerek yenilendi Diğer yandan Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Vakfı
adına konuşan Fatoş Güney, filmin yeniden seslendirilmesine ilişkin şunları
söylemiş: "... Bir sorun çıkacağını zannetmiyorum, çünkü filmin özüne hiç
dokunmadık. Sadece seslendirme yeniden yapıldı, müzikler zenginleştirildi ve
kapı açıp kapama gibi efektler düzeltildi" Yol filminin biçimsel açıdan en
çok dikkat çeken yanı Erdoğan Engin'in görüntüleri. Zaman zaman resim tadındaki
çerçeveler ve özellikle atmosferi ortaya çıkaran aydınlatma ve görüntü
çalışmasının başarısını vurgulamak gerekir.
Yol filmi ayrıca Yılmaz Güney'in Altın
Palmiye'yi almasından sonra sürekli tartışmalara konu olmuştu. Tartışmalar ise
yıllar yılı Yol'un sahibi olarak, Yılmaz Güney'in gösterilmesinden
kaynaklanmıştı. Filmin yeniden gösterimi aşamasında bu tartışmalar yeniden
canlanmıştı. Ölümünden önce Yılmaz Güney'le Yol hakkında yapılan bir söyleşide
yönetmen: "Senaryonun gerçekleştirilmesi aşamasında, üç ay boyunca filmi
çekecek yönetmenle (Erden Kıral) bağlantı halin-deydim. Ona sahneleri teker
teker anlattım; senaryoyla ilgili duygularımı aktar-dım. Ancak on gün sonra
çekimlere ara verdirmek zorunda kaldım..(…) yeni bir yönetmen arayacak kadar
vaktim kalmamıştı. Tek uygun isim, yıllardır asistanlığımı yapan Şerif
Gören'di. Beni, hapishane ortamını ve mahkumların psikolojisini iyi tanıyan
birine gereksinimim vardı. Gören, buna uygun biriydi. Sendikal bir sorun
nedeniyle bir süre hapiste yatmıştı. Projeyle ilgili düşüncelerimi aktarmak ve
senaryoyu tartışmak için aşağı yukarı üç günü birlikte geçirdik. Neyi
çekeceğini iyice anladı ve sonuç olumluydu... Filmi onlar yaptı, ben de bir
rehber gibi yol gösterdim. Film ses getirdiyse başarı onlarındır. Montaj ve
müziklemeyi yaparken elimde gerçekten çok iyi bir malze-me vardıyor ...
(Canbazoğlu, 1999). “Prof.Dr. Alim Şerif Onaran/Doç.Dr. Bülent Vardar, “20
Yüzyılın Son Beş Yılında Türk Sineması” syf, 166
► Yol fılmi her görüşümde bana yeni kapılar açıyor, yeni gizlerini
sunuyor. Her büyük ve gerçek sanat eserinde olduğu gibi ... Bu filmi ilk kez
1982'de Paris'te ağzına kadar dolu bir siinemada izlerken akan gözyaşlarımı, 17
yıl sonnra Beyoğlu sinemasındaki basın gösterisinde yiine tutamıyorum. Nedeni
yalnızca benim sulu gözlülüğüm mÜ?
Yol, her şeyden önce birkaç önemli şeye tanıklık ediyor kuşkusuz
... Öncelikle, Türkiye'nin modern tarihindeki son açık askeri darbe olacağı
umulan 12 Eylül ertesinde, ülkede egemen olan genel baskı ve otorite havasına
ve bu havayı soluyarak büyük, uçsuz-bucaksız bir tutukevine dönmüş bir ülkeye
... Öyle ki, İmralı yarı açık cezaevinden çıkarak bir haftalık bir tatil için
memleketlerine giden beş ana kahramanımızın karşılaştıklarının yanında, cezaevi
neredeyse bir özgürlük beşiği gibi kalıyor!. "
Çünkü kahramanlarımız, bir askeri yönetimin geçici baskısından
daha temel bir sorunla, ülkenin geri kalmış yörelerini hala baskı altında tutan
feodal ahlakın ve çağdışı değerlerin baskısıyla sıkışıp kalıyorlar. Kağıtlarını
kaybettiği için gerisin geriye cezaevine dönen sem-patik Yusuf’un başına
gelenler, diğerlerinkine kıyasla hiç! ... Çünkü Mevlut, nişanlısıyla bir dakika
bile baş başa kalmalarını engelleyen törelere isyan ederken, doyumu ancak
genelevde buluyor ... Mehmet Salih, vaktiyle bir soygunda kayın biraderine
ihanet edip onu ölüme terk etmenin cezasını, kızgın ailenin karısını
kendisinde, uzak tutmasıyla ödüyor ve kadını alıp kaçtığında da, peşinde kan
davasını bulur.
Ömer, ait olduğu Kürt köyünde jandarma
baskısıyla karşılaşırken, kardeşinin cesedini bile tanımazdan gelmek zorun-da
kalıyor... Seyit Ali ise kendisini bekleyemeden geneleve düşmüş, ama hala içten
içe sevdiği karısı Zine'yi kendi elleriyle ölüme yollayıp yollamamak arasında
gidip geliyor. Bu iç içe geçmiş öykülerin yan kahramanları da zengin .. Başörtülü
kadınlar, görkemli başlıklarıyla yaşlı Kürt anaları, sürekli ağlayan bebeler,
neredeyse kundakta sigara içmeye başlayan ve gözlerinin önünde yaşanan en koyu
dramları görerek birden büyüyen çocuklar... Neneler, dedeler, jandarmalar,
erler, bekçiler, kısmet bekleyen mahzun bakışlı genç kızlar, talihsiz taze
gelinler Tam bir memleketimden İnsan Manzaraları .
Çünkü Yılmaz Güney, derin Anadolu gözlemleri ve uzun mahpusluk
yıllarının birikimiyle, kağıt üzerinde olağanüstü zenginlikte bir insanlar
galerisi yaratmış. Şerif Gören ise kıvrak, işlek, kısa planlardan oluşan
işlevsel ve akışkan bir sinemayla, bu kişilikleri ve hikayelerini perdeye
taşımış.
Hepsi kusursuz oyuncular, çok çağdaş bir
fılm bestecisi olduğuna inandığım Zülfü Livaneli'nin filme bir eldiven gibi
uymuş müziği... Yılmaz Güney'in hayatını adadığı ideolojinin çöküşünden sonra
bile hala, tüm görkemiyle ayakta duran bir yapıt. Çünkü gücünü Güney'in yüreğinin
derinliklerine dek işlemiş insan sevgisinden alan bir eser... Ve belki hümanist
bir sanatın mert görkemli doruklarından biri. .. Kimi sahneleri insanın
belleği-ne çakılıp kalıyor bu filmin. Bir daha çıkmamacasına ... Örneğin Mehmet
Salih'in karısını almaya gelip düşmanlıkla karşılaştığı sahnede çocukların
kullanılışını, Zine'nin yolculuğun asıl amacını keşfettiği anı, Seyit Ali,
Tarık Akan'ın gözlerinde birden nefretin yerini alan şefkat ve hoşgörüyü,
Ömer'in belleğinde binicisinin altında dolu dizgin giden bir atla simgelenen o
eski özgürlük günlerini ve başka şeyleri unutmaya olanak yok ... “Atilla
Dorsay, “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları” syf, 154 ”
YILMAZ GÜNEY'İN AĞZINDAN "YOL"UN HİKAYESİ:
► .... "Cezaevine, yakın arkadaşlarıma, bir koğuşu beraber
paylaştığım ranza arkadaşlarıma, her gün beraber olduğum arkadaşlarıma bakmaya
başladım. İçinde yaşadığım acılara, tanığı olduğum kırıklıklara, özlemlere
bakmaya başladım. Bir süre sonra, kendime dedim ki: "İşte filmin
kahramanları; gerçek, canlı ve etkili, üstelik bana yakın."
.... Cezaevini, koşulları, insan tutum ve davranışlarını, ne denli
ayrıntıları ile olursa olsun senaryoya aktarmam yeterli olmayacaktı. .....
Üstelik cezaevi, bütün gerçeği ile anlatıldığı zaman böylesi bir filmin çekim
olanakları yok denecek kadar azdı...
.... Sonunda, izne çıkan mahkumlar aracılığıyla Türkiye'nin bir
kesitini anlatmaya karar verdim.... Yüzlerce arkadaşla konuşmalar yaptım.
Kiminin sesini aldım teybe, kimisinin konuşmalarını notladım. Kimi arkadaşlara
da, izin hikayelerini yazılı hale getirmelerini, hikayeleştirilmelerini
söyledim... Çalışma ilerledikçe hika-yem ete kemiğe bürünüyordu. .. Bayram
iznine giden mahkumlar aracılığı ile Tür-kiye'yi anlatacaktım. .
.. Başlangıçta on bir kişi olan izincileri, altıya indirmek
zorunda kalmıştım. Cezaevi bölümünü de kısaltmıştım. İlk senaryoda, bayram
motifleri oldukça önemli bir yer tutuyordu. Çekim sırasında arkadaşlar, bayram
motiflerini kullanamadılar. Bu nedenle senaryoda birçok değişiklik yapmak
zorunda kaldım....
......Filmle yurtdışında karşılaştığım
zaman, eldeki malzemeye göre yeni bir senaryo ve yeni bir düzenleme gerekiyordu.
Yeni bir senaryo yazdım. Temeli bozmadan, iyi çekilmemiş, iyi oynanmamış
sahneleri ayıklayarak, bazı plan ve görüntülerin yerlerini değiştirerek, bazı
diyalogları değiştirerek yeni bir senaryo... ... Sonuçta, filmin akışına zarar
veren her şeyi bir bir ayıkladık. .. Ve altı kişi olan izincileri bu kez beşe
indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye tahammülü
yoktu...."kez beşe indirdik. Çünkü hikayenin rahatsızlık veren hiçbir şeye
tahammülü yoktu...."
► Yılmaz Güney açısından hayranlık verici olan, 10 yıllık bir zaman
süresince sanatını Vittorio de Sica’yla kıyaslamayı (bu kıyaslama, ilk önemli
filmi Umut dolayısıyla yapılmıştı) boşuna çıkarmayacak bir incelik
(sophistication) düzeyine çıkarmış olmasıdır. 3 yılı pek aşmayan bir zaman
süresi içinde Sürü, Düşman ve şimdi de Yol gibi 3 önemli filmin, hem de tutuklu
bulunduğu cezaevinde düşünülüp tasarlanarak ortaya çıkmış olması, bu
sinemacının yaratıcı gücü üstüne hiç kuşku bırakmıyor.
Güney tarafından basın toplantısında da
belirtildiği üzere, çok anlamlı bir isim… Yön, Çıkış gibi anlamlara da geliyor.
5 tutuklu, izinle tutukevinden çıkıyorlar. Beşinin de başına değişik şeyler
geliyor: Biri, kan davası dolayısıyla vuruluyor, biri kağıtlarını kaybettiği
için polisçe tutuklanıyor, bir diğeri kardeşinin uğradığı haksızlığı görüyor ve
geri dönmemeye karar veriyor, dördüncüsü onca özlediği nişanlısının bir türlü
gerçek anlamda yaklaşamıyor. Sonuncusu ise karısını ağır doğa koşulları içinde
yitiriyor… Her biri, ülkenin içinde bulunduğu zor ekonomik koşulların, insanı
sefil biçimde toprağa bağlayan geri kalmış geleneklerin ve şiddet yüklü
önyargıların şu veya bu biçimde bilincine varıyor. Olayların ve kişilerin
çokluğu, durumların karmaşıklığı seyirciyi şaşırtır gibi oluyor, ama öylesine
güçlü duygularla yüklü, zaman zaman öylesine lirik bir film ki bu: İnsan
insanın kurdudur, kapitalist düzen veya benzeri bir politik ve ideolojik
nedenle değil, ama daha çok, Türk toplumu şiddeti bir ikinci doğa yapısında
içerdiği için… Bin bir çelişkiyle kaynayan böylesine zengin bir filmi bir
kerede kavramak kolay oldu. (Louis Marcorelles Le Monde, 18 Mayıs 1982)
En iyi Türk filmi 'YOL' Radikal 8.9.2003 (Kültür Sanat)
► Dokuz yıldır düzenlediği Avrupa Filmleri Festivali/Gezici
Festival sayesinde Türkiye'nin birçok kentine sinema götüren Ankara Sinema
Derneği'nin tüm zamanların En İyi 10 Türk Filmi'ni belirlemek amacıyla
düzenlediği anket sonuçlandı. Sinemayla profesyonel olarak ilgilenen 328
kişiyle yapılan ankette 'Yol' birinci olurken 'Umut' ikinci, 'Sürü' ise üçüncü
sırada yer alıyor.
Bu sonuç, ankete Yılmaz Güney'in damga vurduğunun da kanıtı aynı
zamanda. Çünkü, üç film de bir şekilde Yılmaz Güney'in adıyla anılan filmler.
Şerif Gören'in yönettiği 1981 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye
ödülünü Costa Gavras'ın 'Kayıp'ıyla paylaşan 'Yol'un senaristi ve yapımcısı
Yılmaz Güney. Ayrıca filmin montajını sürgünde olduğu Fransa'da kendisi yaptı.
'Umut'un yönetmeni ve senaristi Yılmaz Güney. Anketin üçüncü sırasında yer alan
Zeki Ökten'in yönettiği 'Sürü'nün de senaryosu Yılmaz Güney'e ait.
Anketin diğerlerinden farkı, bugüne
kadar sinemayla profesyonel olarak ilgilenenlerle yapılan, en geniş katılımlı
anket olması. Ankete yönetmen, oyun-cu, sinema yazarı, gazeteci ve akademisyen
olmak üzere toplam 328 kişi katıldı. Ankete göre dördüncü 'Muhsin Bey' (Yavuz
Turgul), beşinci 'Masumiyet' (Zeki Demirkubuz), altıncı 'Selvi Boylum Al
Yazmalım' (Atıf Yılmaz), yedinci 'Anayurt Oteli' (Ömer Kavur), sekizinci 'Susuz
Yaz' (Metin Erksan), dokuzuncu 'Gelin' (Lütfi Ö. Akad) ve 10'uncu 'Uzak' (Nuri
Bilge Ceylan)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder