Powered By Blogger

26 Mayıs 2015 Salı

98) BÜYÜK ADAM KÜÇÜK AŞK "2001"

Senaryo ve Yönetmen Handan İpekçi
Görüntü Yönetmeni : Erdal Kahraman,
Müzik: Serdar Yalçın, Mazlum Çimen
Yapım Yeni Yapım Film ve Reklamclık Org. San.Tic. Lti. Şti. – Hyperion S.A – Focus film ,(Eurimages ve TC. Kültür
Bakanlığı, Yunan Film Merkezi desteğiyle)


Senaryo Danışmanı: Fehmi Yaşar, Sanat Yönetmeni: Mustafa Ziya Ülkenciler, Natali Yeres, Sanat Yön. Yrd: Selda Ülkenciler, Özgür Selvi, Yasemin Kalaba, Yönetmen Yardımcıları: Peter Racz, Feridun Koç, Pınar Dökmen, Ses Kayıt: Dinos Kittou, Ses Teknisyeni: Nail Yurtsever, Yaylı Grubu: İstanbul Quartet (Düdük: Ertan Tekin, Gitar: Erdinç Şenyaylar, Kanun: Göksel Kartal, Kaval: Turgay Güzelcan, Bas Gitar: Murat Açıkalınyiğit), Konak Vokal: Servet Kocakaya, Maç Anlatıcısı: Levent Özçelik, Ulaşım: Erol Ataç, Harun Gülmez, Selim Ercan, Serkan Topal, Şener Topal, Onur Avcı, Kast Sorumlusu: Zebil Yapım, Miksaj: Thannassis Arvanitis, Kurgu: Nikos Kanakis, Kurgu Ast: Nikos Alpantakis, Yapım: Handan İpekçi,


Devamlılık yazmanı: Nursel Doğan, 1. Kamera: Ast: Feza Çaldıran, 2.Kamera: Ast: Deniz Eyüboğlu, Video Ast: Burak Şenbacak, Boom Operatörü: Glorgos Vassillou, Marangozlar: Ali Rıza Altınkek, Hayati Gülbahar, Cemal Ergiz, Boyacılar: Bektaş İldem, Kenan Sarıtaş, Iiık Şefi: Günce Özberk, Işık Yard: Emre Onat, Kaan Korkmaz, Statikem Operatörü: Ercan Yılmaz, Kostüm Sorumluları: Ferenc Schöffer, Gyorgy Homonnay, Cem Başeski, Set Amiri: Melih Sezgin, Set Yard: Zafer Yılmaz, Tolga Yarım, Özel Efekt: Ahmet Topal, Makyöz: Öznur Özkan, Kuaför: Dilek Öztürk, Kürtçe Çeviri: Murat Batgl, Kürtçe Hocaları: Murat Batgl, Yıldız Gültekin, Kazım Öz, Nursel Doğan, Müzik Stüdyosu: Sound Stüdyo, Laboratuar: Sklavis Stüdyo-Atina, Negativ Kurgu: Vangelis Gousslas, Renk Düzeltme: Dimitris Kirtakou, Jenerik: Manolis Sakadakis, Yapım Sorumlusu: Şahin Alpaslan, Yapım Yardımcıları: Regina Daranyı, Seyfi Çakır, Bekir Tarık, Ortak Yapımcılar: Nikos Kanakis, Panos Papahadzie, Denes Szekeres,


Oyuncular : Şükran Güngör (Rıfat Bey), Çocuk Oyuncu Dilan Erçetin (Hejar), Füsun Demirel (Sakine), Yıldız Kenter Müzeyyen Hanım), İ.Hakkı Şen (Evdo), Sevin Yıldız (Avukat Serpil), Erdal Ceviz (erkek militan), Saniye Tunç (kız militan), Ulgar Manzakoğlu (şef polis), Polisler: Adnan Türel, Serdar Bordanacı, Zafer Yılmaz, Yıldırım Beyazıt, Halil Er, Özgür Güveloğlu, Tibor Varga, Rubert Kovacı, Alişan Ünlü (Sakine koca), Nihat Ülger (kargo görevlisi), Ferhad Balgi (minübüsteki yolcu), Zeynel Abidin (bakkal Ali), Feyyaz Duman (Garson), Zeynep Ateşer (tezgahtar), Berna Çetin (eczacı), Yakup Yavru (hareket memu-ru), Leman İpekçi (Neriman Hanımın fotoğrafı)


Konu: Evdo (Abdülkadir) yakınlarının küçük kızı Hejar'ı İstanbul'a amcasının avukat kızı Serpil Güven'in yanına getirmiştir. Hejar'ın annesi, babası ve kardeşleri vurularak öldürülmüştür. Küçük kız bu dünyada tek başına kalmıştır. Serpil, Evdo'ya kızın yanında kalmasının uygun olmadığını söylemesine karşın Hejar'ı kabul etmek zorunda kalmıştır. Serpil Güven'in karşı komşusu emekli yargıç Rıfat bey, tek başına yaşamaktadır. Oğlu yurt dışındadır. Karısı Neriman ise uzun yıllar önce ölmüştür. Yargıç Rıfat, Cumhuriyet gazetesi okuyan ve ilkelerine tutucu denilecek şekilde bağlı bir insandır. Evdo'nun Hejar'ı bırakmasından sonra apartmanın bulunduğu sokağa polis arabaları girerek yolu keserler. Serpil'in evinde saklanmakta olan Kürt tanıdıkları, Serpil'in teslim olun çağrılarını dinlemez ve silahlarını çekerek savunma pozisyonu alırlar. Polisler kapıyı açtırdıklarında içeriden ateşle karşılaşınca evi tarayarak içeride avukat Serpil dahil herkesi öldürürler. Bu arada polis timinden biri baskın sırasında yargıç Rıfat'ın zilini çalmış ve onu çatışma sırasında evde tutmuştur. Ortalığın durulmasından sonra polisler, Serpil'in evinde arama yapmaya devam ederken apartman sakinleri-nin de evlerinden çıkmalarını engellerler. 

Polislerden biri Serpil'in evinde etrafı kolaçan ederken, küçük Hejar saklandığı dolabın içinden çıkarak çevreye bakınır. Evde birinin olduğunu fark eden Hejar, açık olan daire kapısından apartmana çıkar. Yargıcın evinin kapısı da açıktır ve o sırada evden dışarı çıkan Sakine ve yargıç Rıfat, küçük kızı fark ederek içeri alırlar. Dışarı çıkan polisle karşılaşan yargıç Rıfat, bir şey söylemez. Yargıç şaşırmasına karşın küçük kızın korkmuş halinden ve üstü başına bulaşmış kanlardan etkilenerek, hizmetçi si Sakine' den su ve bez getirmesini ister. 

Yargıç, kızı temizle-ken kızın Türkçe konuşmalara cevap vermemesine, Kürtçe konuşmasına kızar. Hejar'la Kürtçe konuşan Sakine 'yi de, Kürtçe konuşmaması için uyarır. Polisler yargıcın karşı dairesini mühürlemiş veçlerinden yetkili olan birisi yargıç Rıfat'a bir gelişme olursa kendisine verdiği telefon numarasından aramasını söYler. Bu arada aynı apartmanda yalnız yaşamakta olan ve yargıç Rıfat’a ilgi duyan Müzeyyen hanım, sabah sporlarında karşılaştığı yargıçla diyalog kurmak için çaba harcamaktadır. Müzeyyen, Rıfat’la eczanede karşılaştığında yargıcın merhem ve kesik için tedavi edici ilaç almasını merak etmiştir. Yargıç Rıfat, Sakine'ye kızı kısa sürede yetkililere vereceğini söylemesine karşın bunu yapamaz. Kendisine de itiraf etmekten korksa da, huzurevine gitmeyi düşünen yaşlı adam için sevimli küçük Kürt kızı bir can yoldaşı olmuştur. Yargıç Rıfat’la Hejar arasında kah fırtınalı kah sakin bir ilişki sürmektedir. Yargıç küçük kızı bir mağazaya götürerekona yeni kıyafetler almıştır. Bu arada Müzeyyen hanım, Rıfat beye mektup yazarak yaşamını ve yalnızlığını onunla paylaşmak istediğini belirtir. Rıfat bey, teklifi kızın hamisi olmayı istediği için kibarca reddetmiştir. Yargıcın kıza önyargılı davranması, sürekli zorla Türkçe öğretmeye çalışması kızın ona tavır aLmasına, küsmesine neden olmaktadır. Yargıç en sonunda dayanamaz yardımcısı Sakine'den kendisine Kürtçe öğret-mesi için yardım ister. Bu arada Sakine'nin gerçek isminin de Rojda oldu-ğunu öğrenir. Kızı evlat edinebilmek için nüfustan kayıtları araştıran Rıfat, kızın annesi Dilşah, babası Hasan ve kardeşlerinin öldüğünü öğrenir. Kızın elbisesinin cebinden çıkan Evdo 'nun adresini bulan Rıfat, kızı da alarak İkitelli'deki adrese gider.

 Evdo'nun kaldığı eve ulaşmadan önce Hejar'ı yakındaki otobüs noktasında bir görevliye emanet eden Rıfat bey, Evdo'nun kaldığı eve ulaştığında gördüğü yoksulluk yüzünden gerçeği açıklayamaz. Hejar'la geri dönen Rıfat bey, küçük kıza giderek bağlanmaya başlamıştır. Bu arada televizyonda bölücü militanlarla birlikte avukat Serpil'in de öldüğünü duyan Evdo, aceleyle kadının apartmanına gitmiş ve kimseyi bulamayınca çaresizlikle koridora çöküp kaldığı sırada Rıfat bey ve Hejar gelirler. Küçük kızı gören Evdo, büyük bir sevinç ve sevgiyle kıza sarılır. Yargıç Rıfat'ın evinde otururlarken Hejar eve ilk geldiği günkü elbiselerini giyerek Evdo'nun yanına gelmiş ve annesine gitmek istediğini söylemiştir. Evdo, Hejar'a anne, babası ve kardeşlerini toprağa gömdüklerini anlatmaya çalışır. Fakat küçük kız gitmekte ısrarcıdır. Evdo'nun elini tutarak evden ayrılmak üzere olan Hejar'a, Rıfat beyonun için aldığı paltoyu ve şapkayı vererek küçük can yoldaşını uğurlar.

Ödülleri;


 38. Antalya Film Şenliği, 2001
► En İyi Film 

► “Handan İpekçi” En İyi Senaryo
►“Füsun Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu 

► “İsmail Hakkı Şen”En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu 
►“Dilan Erçetin” Jüri Özel Ödülü

 13. Ankara Film Festivali, 2001
► “ Şükran Güngör” En İyi Erkek Oyuncu
►“Füsun Demirel” En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
►“Dilan Erçetin” Umut Veren Yeni Oyuncu


 ÇASOD seçiminde (2001):
► "En İyi Kadın Oyuncu" (Füsun Demirel),
►"Jüri Özel Ödülü" (İssmail Hakkı Şen);


 Sadri Alışık Ödülleri (2000):

 ►"En İyi Erkek Oyuncu" (Şükran Güngör);

 SİYAD seçiminde (2002):
► En İyi Erkek Oyuncu" (Şükran Güngör),
► "En İyi Yardımcı Kadın Oyun-cu" (Füsun
► "En İyi Yardımcı Erkek Oyun-cu" (İsmail Hakkı Şen);


 26. Kahire Film Festivali (2002):
►Gümüş Piramit Ödülü "En İyi İkinci Film",
► "En İyi Senaryo" (Handan İpekçi);


 22. Uluslararası İstanbul Film Festivali (2003):
►"Radikal Gazetesi Halk Ödülü" (Büyük Adam Küçük Aşk)


 960.000 Euro bütçesi olan filmin ses ekibive ekipmanı Yunanistan'dan gelmiş, tüm laboratuar işlemleri de Atina'da yapılmış.


Çekimleri 10 hafta süren film için 234 kutu negatif harcandı. Yargıç emeklisi (Şükran Güngör) ve yargıca aşık komşu Müzeyyen Hanım'ın (Yıldız Kenter) evleri ile operasyon yapılan örgüt evi senaryoya uygun olarak stüdyoda sıfırdan kuruldu.


Oyunculuk deneyimi olmayan 5 yaşındaki Dilan Erçetin, yılların dene-yimli oyuncuları karşısında adeta onlar-la yarışırcasına oyun çıkardı. Bunda, çekimler başlamadan önce yönet-menle 3 ay boyunca senaryo çalışma-larının rolü büyüktü.


Senaryodaki Kürtçe diyalogların hazırlanması ve oyuncuların Kürtçe çalıştırılması konusunda Mezopotamya Kültür Merkezi'nden yardım alındı. Filmde asimile olmuş bir şive ile hem Türkçe hem de Kürtçe oynayan Füsun Demirel ile İ.Hakkı Şen üç ay boyunca Kürtçe çalıştılar. Yıldız Kenter de rolü çok küçük olmasına rağmen senaryoyu çok beğendiği için filme destek olmak amacıyla projede yer aldı."Babam Askerde" ile babası hapisteki çocukların iç dünyasına dokunan İpekçi, "Büyük Adam, Küçük Aşk" ile hem kentli yalnızlığına, hem de insani ilişkilerin derinliklerinde önemini kaybeden etnik farklılıklara uzanıyor…


 "Büyük Adam Küçük Aşk", öncelikle, yaşama, çıkarlardan arınmış olarak bakan iki insanın yalm sevgisini yansıtması açısından duyarlı ve önemli bir film. Handan İpekçi, ikinci uzun metrajlı filminin merkezine, hakim emeklisi yaşlı bir adamla PKK teröründe ailesini kaybetmiş küçük, sevimli Kürt kızının önce önyargılara yenik düşen, sonrasında tamamen insani zeminde süren ilişkilerini yerleştirmiş. Şüphesiz filmin amacı yaşlı bir hakim emeklisiyle yaşamın tüm acımasızlığını yaşamasına karşın çocuk safiyaneliğini kaybetmemiş küçük bir kızın ilişkisini anlatmak değil. Handan İpekçi, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı olan her aydın gibi, temelde bir ülkenin vatandaşları arasında oluşan bir yabancılaşmayı, gerginliği sorgulamaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken Türk sinemasında çok alışılmadık bir başarıyı tutturuyor. Bu başarının temelinde ise, yaşanılan sorunları belli kişilerin ağzından söyleve dönüştürme yerine, yaşanılan durumları başarılı ve ölçülü bir sinema diliyle sergilemesi yatıyor. (Okyay, Radikal, 2001). 


Aslında Handan İpekçi son derece barışçı bir bakış açısıyla, önyargılı olmaya çalışmadan, anlattığı insanların kendi kimliklerinden kaynaklanan insan haklarını gündeme getiriyor ve onlar hakkında düşünülmesini istiyor. Bu süreçte Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşan Hejar'la ısrarla Türkçe konuşan ve ona Türkçe öğretmeye çalışan Rıfat Bey'in değişimi de filmin yapısı içinde inandırıcı ve makul bir değişim olarak gerçekleşiyor. Yaşını başını almış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan onur duyan bir hakimemeklisinin değişimini kolaylıkla ve hemen kabul ettiği bir çözüm olarak sunmuş olsa, Handan İpekçi hem filmin genel dokusuna zarar verirdi hem de kolaycılığa kaçmış olurdu. Aslında Rıfat Bey'in durumu, yaşadığı değişim Costa Gavras' ın geçmişte çektiği ve Şerif Gören'in yönettiği ve senaryosunu Yılmaz Güney'in yazdığı "Yol" filmiyle Carınes'da Altın Palmiye'yi paylaşan "Kayıp" (Missing) filmini akla getiriyor. Bu filmde Jack Lemmon'un canlandırdığı baba karakteri değerlerini yaşamında her şeyden üstün tutan ve bu değerlere körü körüne inanmış bir kişiyken, oğlunun öldürülme sürecindeki gerçekler aydın-landıkça, inançları bağlamında bir deği-şimi yaşıyordu.

Filmin, Kültür Bakanlığı Sinema Video ve Müzik Eserleri Denetleme Üst Kurulu tarafından 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle eser işletme belgesinin önce iptal edildiğini ancak Danıştay tarafından 'aklanan' yönetmen Handan İpekçi'nin 'Büyük Adam Küçük Aşk' filminin 8 Kasım 2002 tarihinde yeniden gösterime girdi-ğini de anımsatalım (Radikal, 08.1 1.2004:20).


 Büyük Adam Küçük Aşk, düzeyli sinema dili ve yalın anlatımının ötesinde oyunculuk açısından da başarıyı tutturan bir film. Özellikle Şükran Güngör'ün, küçük Dilan Erçetin'in ve İsmail Hakkı Şen'in canlandırdıkları karakterlere yaptıkları katkı gerçekten övgüye değer. "Gazete ilanıyla (Yeni Gündem) başvuran 150 çocuk arasından seçilen Dilan Erçetin'in, Antalya'da özel bir ödül de alan oyunu, 'Babam Askerde'nin ardından, İpekçi'nin çocukları yönetmeyi bildiğinin bir başka kanıtı. .. Görüntü yönetmeni Erdal Kahraman, sanat yönetmeni M. Ziya Ülkenciler ve Natali Yeres ile filmin müziğini besteleyen Serdar Yalçın ve Mazlum Çimen ise, 'Büyük Adam Küçük Aşk'ın temiz, çizgi üstü bir film olmasında büyük pay sahibi. İpekçi'nin filmi seyircisini duygulandıran bir film. Özellikle insani değerlere önem verenler için biçilmiş kaftan" Büyük Adam Küçük Aşk, ülkemizin iç barışını tehdit eden ve yakın geçmişte durulan PKK terörü ve Kürt sorunu olgusuna değinen diğer filmlerin arasından sıyrılarak, insani zemini öne çıkaran, didaktiklikten uzaklaşarak öncelikle bir öykü anlatma çabasıyla hareket eden düzeyli bir film olarak dikkati çekiyor. “Prof. Dr. Alim Şerif Onaran/Doç. Dr. Bülent Vardar, “20 Yüzyılın Son Beş Yılın-da Türk Sineması” syf, 298”


" Dil O Kutsal İletişim Aracı:
“Konuyu çok sade, simgeselliği çok aşikar mı buldunuz? Haklısınız. Kağıt üzerinde öyle. Ama sinemanın, giderek sanatın bir mucizeler alanı olduğunu unutmayın.


Bu filmde de bu mucize gerçekleşiyor. İpekçi, ikinci filmini çeken bir yönetmenden beklenmeyecek bir olgunlukla, baştaki baskın sahnesinden başlayarak bizi avucunun içine alıyor. Ve bir daha da bırakmıyor.
Öyle filmler vardır ki, bir sinema yapıtı olmanın ötesine geçip bir toplumun belli bir dönemdeki en önemli sorunlarına parmak basar, en gerekli mesajları verir, en öz sözleri söylerler. Böylece bu filmler, has sinema yapıtları için kullanılabilecek olan güzel, başarılı, eğlendirici, etkileyici gibi niteliklerin ötesine geçip neredeyse 'gerekli' kategorisine otururlar.


Ama bu, o filmlerin sadece günün koşullarıyla ilişkili olarak önem taşıdığı, yarın öbür gün o sorunlar aşıldığında önemlerini yitireceği anlamına gelmez. Tıpkı Potemkin Zırhlısı, Bisiklet Hırsızlan ya da Gazap Üzümleri'nde olduğu gibi, o dönemler aşıldıktan sonra da o filmlerin klasik statüsü devam eder. Çünkü onlar, önemli toplumsal sorunlara parmak basmakla has ve özgün bir sanat yapıtı olmanın koşullarını sıra dışı biçimde birleştirmiş yapıtlardır.


Büyük Adam, Küçük Aşk için bu baş yapıtlarla kıyaslama yapmakla, filmi haksız bir yarışın içine mi atıyorum? Belki de... Ama bunu film karşısında duyduğum aşırı heyecana verin: son dönemde adına siyasal, toplumcu veya sadece hümanist deyiniz bu kulvarda yapıl-mış böylesine iyi bir Türk filmi gördüğümü hatırlamıyorum da…Filmin mesajı elbette önemli... Elbette ki adına dil dediğimiz şey bir halkın en önemli varlığı ve zenginliğidir. Ve onun üzerine erken bitmiş bir nadir çiçek gibi titremek gerekir. Kürt dili de bütün diller gibi güzeldir ve Kürt kökenli vatandaşlarımızın, bu güzel topraklarda, gerektiğinde kendi dillerini de bilmeleri, konuşmaları ve onu zenginleştirmeleri kadar doğal bir şey olamaz.


Görüntü ve (biraz aşırı kullanılmış da olsa) müzik kalitesiyle şaşırtan filmde, oyuncular bize dört dörtlük bir gösteri sunuyorlar. Şükran Güngör, Füsun Demirel, Yıldız Kenter ve Kürt dedede İsmail Hakkı Şen için ne demeli, hangi övücü sözcüğü kullanmalı? Küçük Hejar rolü için Dilan Erçetin'i bulması, yönetmenin en büyük şansı olmuş. Ama ondan bu sonucu olabilmek de sanırım her yiğidin harcı değildi.


- Filmi, son tahlilde, dilin ve iletişimin önemi üzerine bir duygusal parabol ya da politik bir 'fable' olarak ele almak mümkün. Ama, bırakınız Kürtçe'yi, Çetin Altan'ın dediği gibi, artık sadece 400 kelimeyle konuşarak güzelim Türk dilini yok olmanın eşiğine getirip bırakan bir ülkede, bu mesaj ve bu bildiri her zamankinden daha önemli... (Atilla Dorsay “Sinemamızda Çölküş ve Rönesans Yılla-rı” syf: 50)


  Türk sinemasında pek görmeye alışık olmadığımız 'iki benzemez bir arada' temasını Handan İpekçi Büyük Adam Küçük Aşk'ta kullanmış. Ama ne yazık ki, bu temayı kullanan filmlerin başarısı için gereken iki karakter arasındaki çatışma-yı, gelişmeyi hiçbir şekilde kuramaması bir tarafa, karakter çözümlemesini bile doğru yapamadığı için bu beraberlik baştan itibaren inandırıcı değil. Film beş yaşındaki Kürt kızı Hejar'ın, bulunduğu eve polisin yaptığı baskından kurtulup kimse fark etmeden karşı daireye, emekli yargıç Rıfkı Bey'in evine sığınması ile başlar. Emekli yargıç bu zoraki ev misafirini polise bildirmeyi nedense düşünmez ve filmin inandırıcılığı da hemen bu noktada sorgulanmaya ihtiyaç duyar. Tüm hayatını belli kurallara, belli bir sisteme, belli bir düşünce biçimine göre şekillendirmiş olan Rıfkı Bey, nasıl olur da birden-bire tamamen tüm yaşam tarzına aykırı olarak hareket edip kızı evde tutmaya karar verir? Besbelli film yapılabilsin diye! Rıfkı Bey yaşlıdır, uzun zamandır duldur, hanım komşusunun arkadaşlık üvertürlerini reddederek tamamen yalnız bir yaşamı yeğlemektedir. Ama gelin görün ki, aniden bu düzenli yaşamının içine düşüveren Hejar'ı ne polise verir, ne de kızın üzerinde bulduğu adresle temasa geçerek onu bir yerlere teslim etme-ye niyetlenir (Filmin sonlarına doğru gittiği o adrese hemen gitmesi gerekmez mi?). 

Yargıç, en doğal şeymiş gibi evde Hejar'la yaşamaya başlar. Peki, bir düzen içinde yaşamaya alışmış emekli yargıcın plansızlığı ve bu denli ne yapacağını bilmeden günlerini küçük kızla öylesine geçirmesi, kabul edilebilir bir öykü gelişmesi olabilir mi? Üstelik ne yargıç Kürtçe bilmektedir, ne de küçük kız Türkçe. Yargıç, Kürtçe konuştuğu için küçük kızı habire azarlamakla kalmaz, eve gelen yardımcısının kızla Kürtçe anlaşmasını da yasaklar. Diğer taraftankızı evde tutma konusunda ısrarlıdır. Böylece katıksız Türk milliyetçisi yargıcımız, aynı lisanı konuşamadığı, ne istediğini anlamaya da lüzum görmediği beş yaşındaki bir kız çocuğu ile aynı evde süresi belli olmayan bir yaşam kurmayı çok normal karşılamaktadır. Pes doğrusu! Ben bir emekli yargıç olsam 'yargıçları nasıl bu kadar mantıksız olabilen bireyler olarak çiziyorsunuz' diye Handan İpekçi'ye sorgu sual ederdim. Hani bu inandırıcılıktan nasibini almamış birlikteliği yutalım; bari karakterler arasında gelişen bir çatışma kurabilseymiş yönetmen. Ne yazık ki bu da becerilememiş. Tüm çatışma Yargıç Bey'in "Niye Türkçe konuşmuyorsun?" diye söylenip durması ve küçük kızın surat asmasından ibaret. Bir buçuk saat boyunca, bitmez tükenmez bir keçi boynuzu şeklinde bunu izliyoruz. Filmin dörtte üçü bittiğinde "eh, artık zamanı geldi" dercesine yönetmen, Rıfkı Bey'in tavrını birdenbire değiştiriyor. "Yargıç Bey televizyonda ard arda gelen üç görüntü izledi" diye oluyor. Üç görüntü ve şipşak; hoşgörü uzmanı, gülücükler saçan, anlayış abidesi yepyeni bir yargıç karşınızda. Dahası (herhalde vahiy indiğinden) Kürtçe "ağlama" diyen ve küçük kıza olan sevgisinden (?) kendi ağlayan bir yargıç. Buna karşılık somurtkan küçük kızımız da birden munis bakışlı oluvermiştir ve tahmin edilebileceği gibi yargıç 'doğru yolu bulmuştur'; ama küçük kız (film artık nasılsa iki saatini doldurduğu için) büyükbabasına teslim edilir. Bir 'iki benzemez' hikâyesindeki ilişkinin bu denli tekdüze işlendiği, karakter çözümlemesinin bu kadar beceriksiz olduğu bir başka film hatırlamıyorum. Böylesine yavan bir senaryonun Antalya'da en iyi senaryo dalında Altın Portakal alması ise şaka herhalde.

Senaryo, yargıçla küçük Kürt kızının ilişkisini veremeyince, filmin mesajı dahavada kalıyor. Veya şöyle söyleyelim: "Daha anlayışlı ve hoşgörülü olalım", "Türkçe bilmeyen Kürtler de var, onlar konuşmasın mı yani" gibi (doğru) mesajlar sanki ilkokul dördüncü sınıf (hadi haksızlık etmeyelim, ileri üçüncü sınıf da olabilir) düzeyinde bir seyirci topluluğu hedeflermişcesine basit bir şekilde verilmiş oluyor.


Filmin bir erdemini bulmak isteyip mesela görüntülere bakarsanız, durum gene vahim. Duru anlatım uğruna videodan çekilmişçesine düz perspektifler ve müsamere düzeyinde açılar ve kadrajlar görüyoruz film boyunca.


Oyunculara gelince; Antalya'da jüri özel ödülü alan küçük oyuncu Dilan Erçetin'in film boyunca iki biçim yüz if-desi var sadece. Biri aksi, lanet, somu-kan; diğeri ise 'cici çocuk' ifadesi. Bu kadarı beş yaşındaki çocuğa ödül getimek için yeterli diyorsanız, onu bilemem. Şükran Güngör gibi çok deneyimli bir oyuncu rolünde sırıtmıyor; ama bence karakterinin iyi çizilmemiş olduğunun o da farkında. Füsun Demirel (o her z-man iyi) ve İsmail Hakkı Şen'e diyecek yok da elinde hikâyeden, karakterinden ve filmden tümüyle kopuk bir fino köp-ği ile dolaşan Yıldız Kenter'e ne demeli? Bu büyük oyuncu ne yer yer yama gibi duran karakterine, ne de gezdirdiği finoya ısınabilmiş sanki.


Son söz, Türk filmlerini değerlendiren belli bir eleştirmen grubuna: Kendilerinin de bazen kabul ettiği gibi 'çifte standart' uyguluyorlar ve Türk sinemasını kalkındır-mak adına aşırı bir hoşgörü ile bakıyorlar başarısız bir sürü Türk filmine. İşte ben bunu Türk sinemasına bir hakaret olarak görüyorum. İş Türk filmini değerlendirm-ye gelince çıtayı düşürüp, beklentiyi azaltmak ve değerlendirmeyi ona göre yapmak, 'bir Türk filmi için bu kadar yeter' tavrına girmek bir çeşit aşağılamaolmuyor mu? Büyük Adam Küçük Aşk, Türk-Kürt sorunsalı üzerine vermeye çalı-tığı mesaj yüzünden ödül ve övgü toplamaktaysa, aynı konuda çok daha fazla doğruyu çok cesurca ve iyi bir sinema diliyle söyleyen Yeşim Ustaoğlu'nun Güneşe Yolculuk filmi niye öksüz bırakıldı peki? Yoksa söylenecek doğruların da sınırı mı var? “Mithat Alam “Alt Yazı Sinema Dergisi” Aralık 2001”


BÜYÜK ADAM KÜÇÜK AŞK YASAKLANDI!
The Guardian, 5 Mart 2002 “…T.C. Kültür bakanlığı kısmen desteklediği ve yaban-cı film dalında Türkiye’nin oskat Umudu olan filmi yasakladı.”
Financial Times, 1.Mayıs 2002 “Peter Aspden”. “…bu sene festival, Handan İpekçi’nin Hejar filminin sansür kurulu tarafından yasaklanmasıyla, kaçınılmaz biçimde ulusal yarışma bölümüne odak-landı.”


Nanni Moretti, 2001 İstanbul Film Festivalin kapanış konuşmasından:


 “…sinema afişte gösterildiği gibi sadece popcorn değildir. Aynı zamanda duyguların ifadesi ve özgürlük hakkında önemli şeyler söylemektir.
Kültür Bakanlığı'nın 45 milyar lira destek verdiği, yurtiçi festivallerde pek çok ödül kazanmış, Oscar'da Türkiye'yi temsil etmek üzere aday adayı seçilmiş Büyük Adam Küçük Aşk filminin yasak-landığı açıklandı.


Handan İpekçi'nin yönettiği film Denetleme Alt Kurulu tarafından incelenmiş ve 19 Ekim 2001 tarihinde vizyona girmişti. 102 bini aşkın seyirci tarafından izlenen filmi Emniyet Müdürlüğü'nün raporu doğrultusunda yeniden inceleyen Sinema, Video ve Müzik Eserleri Denetleme Üst Kurulu, gösterime girdikten beş ay sonra filmi yasakladı. Raporda filmin polisin yargısız infaz yaptığı mesajını verdiği, Kürt dili ve kimliğine karşı şoven yaklaşım sergilediği, Emniyet Teşkilatı'na güven duygusunu zedeleyici mahiyetteolduğu ve bölücü propagandalarla paralellik arz ettiği belirtiliyordu.


Yasağın öğrenilmesinin ardından gazeteler "destek olduğu filmi yasakladı" şeklinde başlıklarla Kültür Bakade, iyi ve güzel hedeflerle, kardeşlik mesajı verilmek için yola çıkmış filmin daha sonra, fazla ilgi çekmek için bazı kesimlerin tepkisini çekerek, bazılarının ilgisini istismar ederek bu güzel hedefleri yok ettiği izlenimini uyandırdı" diyen Talay yasak kararının kesinleşmesi için yargısal süreç bulunduğunu belirtti ve verilen maddi destek konusunda "İlgili yönetmelikte bu durumlarda para geri alınır hükmü yok. Ancak bundan sonra böyle bir hüküm koymayı düşünüyoruz Bu filmle ilgiliyse hukuki değerlendirme yapmamız gerekir" şeklinde konuştu.


6 Mart'ta SESAM'da bir basın toplantısı düzenleyen Handan İpekçi ise, kültüre ve sanata duyarlı bir Kültür Bakanı ile karşı saflara düşmüş olmaktan üzüntü duyduğunu, olayın kaynaklarının başka olduğunu, bakanlığın da, filmin de kurban seçildiğini söyledi. Bakanın filmi izlememiş olmasına da sitem eden yönetmen filmin iddia edilenin aksine sevgi ve kardeşlik mesajı verdiğini beirtti. Çeşitli meslek örgütleri adına sözalan kişiler İpekçi'yi destekleyen ve yasağı kınayan konuşmalar yaptılar. Oyuncu Selda Alkor, toplantıya gönderdiği faksla kuruldan istifa ettiğini duyurdu. Alkor'la dönüşümlü görev yapan Meltem Savcı da aynı kararı aldığını açıkladı. Oyuncu Rutkay Aziz'in kurulun tümüyle kalkması, bunun için imza toplanması önerisi dikkat çekti. Ancak bu konuda bir girişim yapılmadı. Kurulda filmin yasaklanmaması yönünde oy kullanan Yılmaz Atadeniz istifayla bir yere varılamayacağını, kurullarda daha güçlü olmanın yollarını aramak gerektiğini vurguladı.


Altyazı'ya özel bir açıklamada bulunan Atadeniz filmi çok beğenip İpekçi'yi ilk tebrik edenlerden biri ve filmi Oscar'a gönderen kurulun üyesi olduğunu hatırlattı. Haksız yere eleştirilen bakanlığın da partilerden, İçişleri ve Emniyet'ten gelen bütün baskılara rağmen son ana kadar her aşamada filmi ve yönetmeni himayesine aldığını ancak, izin alınmadan "Hejar" ismiyle afiş bastırılıp altına bakanlığın armasının konulması ve Berlin'de dağıtılan broşürlerdeki bazı ifadeler üzerine daha fazla savunamaz hale geldiğini söyledi. Atadeniz "Handan, Berlin'de yanlış zamanda yanlış iş yaptı. Böyle iyi bir filmin sonu böyle olmamalıydı" dedi.


Kendisiyle görüştüğümüz Handan İpekçi ise Atadeniz'e karşılık vermek istemediğini belirterek sanatın magazin sayfalarında görülenden ibaret olmadığını, eleştirinin sanatın ayrılmaz bir parçası olduğunu, sanatçıların en az politikacılar kadar söyleyeceklerinin olduğunun anlaşılması gerektiğini, resmi söylemin dışına çıkan eserlerin önüne yasaklamalarla geçmenin günümüz dünyasına yakışmadığını, bir ülkenin Kültür Bakanının, sebebi ne olursa olsun, bir sanat eserinin yasaklanmasını savunmasının çok acı, çok ironik olduğunu vurguladı. "Senaryo çalışmasının sonu yoktur" diyen İpekçi, her yönetmenin film tamamlandıktan sonra da, gerekli görürse sahne çıkarıp eklediğini, kendisinin de gerekli gördüğü içinfinalini değiştirdiği filminin bu haliyle da-ha birleştirici ve bütünleştirici olduğunu söyledi. "Yasaklamaya karar verenler anlamadığı için açıklamak zorunda kalmak bana utanç veriyor" diyen yönetmen "Cumhuriyet aydınını temsil eden Rıfat beyin, var olmayan ailesine geri dönen ama bir süre sonra kendisine döneceği gün gibi aşikar olan, kedisini bile Rıfat beyde bırakan çocuğun yerel giysilerinin üzerine kendi aldığı paltoyu ve şapkayı giydirmesinin, dikkatli bir film okuyucusu tarafından alt kimlik-üst kimlik göndermesi olduğu, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak farklı alt kimliklerin olabileceğinin ve bir arada yaşanabileceğinin anlatıldığı anlaşılırdı" açıklamasında bulundu.


Bu arada Oscar aday adaylığında ilk beşe giremeyen film -ki Bakanlığın bilinçli bir şekilde filmi orada yalnız bıraktığını belirtiyor İpekçi- elenmiş durumda. İstanbul Film Festivali'nde yer alacağı ilan edilen filmin akıbeti henüz netleşmiş değil. Festival yöneticileri kendileri açısından herhangi bir sorun olmadığını belirtirlerken İpekçi "festivaldeki gösterim gününe kadar, mahkemeden 'yürütmeyi durdurma' kararı alabilirsek katılabileceğiz" dedi.
Öyle görünüyor ki olayın yankıları bir süre daha devam edecek. Biz kazananın "sinema" olmasını ve bu olayın Handan İpekçi'nin yeni projelere imza atmasının önüne geçmemesini diliyoruz. “ALT YAZI Sinema Dergisi Nisan 2002”





https://vimeo.com/37961089

FİLM İZLE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder