Powered By Blogger

26 Mayıs 2015 Salı

99) BAL "2010"

Yönetmen:Semih Kaplanoğlu,
Senaryo:Semih Kaplanoğlu,Orçun Köksal,
Görüntü Yönetmeni:Barış Özbiçer,
Yapım: Kaplan Film / Semih Kaplanoğlu


Ortak Yapımcılar: Johannes Rexin, Bettina Brokemper, Kurgu: Ayhan Ergürsel, Semih Kaplanoğlu , S. Hande Güneri , Sanat Yönetmen: Naz Erayda, Genel Koordinatör: Aksel Kamber, Prodüksiyon Amiri: Gökhan Şahin, Prod. Ast.: Fatih Ağdaş, Özkan Akçay, Mevlüt Kopuz, Yardımcı Yönetmen: Aslı Sağ, Deniz Ceyhan, Set: Mustafa Şahin, Işık Şefi: Hasan Özçelik, Focus Puller: Gökhan Balseven, Set Asistanları: Serhat Koç, Kemal Şahin, Ses Kayıt: Matthias Halb, Boom Operatörü: Raphael Kempermann, Sanat Yönetmeni Asistanları: Ayşe Yıldız, Özge Öztürk, Makyaj: Daniel Scheöder, Laboratuar Sorumlusu: Yusuf Özbek, Kopya Baskı: Mustafa Koç, Ersan Gümüş, Ayhan Kısa, Kopya Renk Düzeltme: Burcu Doğanay, (Sinefekt Laboratuarında hazırlanmıştır)


Oyuncular: Bora Altaş, Erdal Beşikçioğlu, Tülin Özen, Alev Uçarer,
Kutay Sandıkçı, Ayşe Altay, Özkan Akçay, Selami Gökçe, Kamil Yılmaz (Hamdi’nin babası), Adem Kurkut (jandarma), Erhan Keskin (jandarma), Raşit Altaş (balcı Zekeriya), Hasan Öz-gen (Balcı Faik), Simay Maçça (şiir okuytan kız),


Konu: Film bizi Yusuf'un hayatının birinci safhasına yani çocukluğuna götürüyor ve bu kez bizi Karakovan balcısı babası Yakup’la tanıştırıyor.
Yusuf ilkokula başlamış, okuma yazma öğrenmektedir. Babası Yakup ürkütücü bir ormanın derinliklerinde, yüksek ağaçların üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda üretilen karakovan balcılığıyla uğraşmaktadır. Babasıyla sık sık gittiği orman, Yusuf için gizemli bir yerdir...Yusuf bir sabah gördüğü rüyayı babasına anlatır. Bu rüya ikisi arasında sonsuza dek kalacak bir sırdır.


Aynı gün Yusuf sınıfın önünde öğretmenin verdiği okuma metnini okurken aniden kekelemeye başlar ve arkadaşlarının alay konusu olur.
Yakup, anlaşılmaz bir nedenle soyu hızla tükenen Kafkas arılarının peşinden uzak bir ormana gider. Babasının gidişiyle Yusuf iyice sessizliğe gömülür. Yusuf'un bu hali çay tarlasında çalışan annesi Zehra'yı üzmektedir. Ne kadar uğraşsa da Yusuf'u konuşturamaz.


Günler geçer, Yakup'un gecikmesi Zehra'yı ve Yusuf'u tedirgin eder. Zehra Miraç Kandil'i gecesi için Yusuf'u köy-den uzaktaki anneannesine gönderir. Yusuf, orada dinlediği hikayelerdeki peygambere benzettiği babasının mutlaka geri döneceğine inanmaktadır. Ertesi gün Sis Dağı şenliğinde de Yakup'a rastlayamazlar…Babasını aramak için ormanın derinliklerine dalan Yusuf'un gördüğü rüya gerçekleşecek midir? (KYN: Milliyet Sinema)


Not: Semih Kaplanoğlu'nun Yusuf Üçlemesi'nde, üç filmi birbirine bağlayan karakterin önce yetişkinliğiyle (Yumurta), daha sonra gençliğiyle (Süt) ve son halka olan "Bal"da da çocukluğuyla tanışıyorduk. Ancak filmlerin geçtiği dönemde benzer bir geriye gidiş gerçekleşmiyordu. Yönetmen Kaplanoğlu'nun deyimiyle, "bu üçlemenin evreninde her şey bitmez tükenmez bir şimdiki zamanda geçmekteydi."

Üçlemenin bir hatırlama hali olarak tasarlandığını da ifade eden Kaplanoğlu, bu alışılmadık yapıyla bizleri, yine kendi sözleriyle, "insanlığın rüyası" ile baş başa bırakıyordu. Yönetmeni tarafından bu şekilde tanımlanan üçleme, "Bal"m finalinde bir ağacın dibinde uykuya yatan Yusuf ile sona eriyor, böylece üç film arasında döngüsel bir bağ kuruluyordu.


Sinema Dergisi'nin Mayıs 2010 tarihli sayısında Uygar Şirin, Kaplanoğlu'nun tanımlamasına da referansla, bu döngüyü şöyle açıklamıştı: "Yusuf'un rüyası aslında Yusuf'un hayatıdır. Yusuf'un hayatı aslında insanın hikayesidir." Üçlemenin bütününde zaman doğrusal ilerleyen bir unsur olmadığı gibi, "Bal" da baştan sona adeta bir rüya şeklinde tasarlanmış. Bütünüyle doğa içinde geçen film, gerek görüntü yönetimi gerek kurgusu gerekse ses tasarımıyla meditatif bir etki yakalıyor. Bunda Kaplanoğlu'nun dünyayı algılayış biçimi de son derece önemli. Yönetmen, çeşitli röportajlarında da belirttiği üzere, zamanın 'su gibi aktığı' değil, bilakis hissedildiği bir sinema yapmaya çalışıyor, filmlerinde gözüken canlı veya cansız her öğenin birbirini etkilediğine dikkat çekiyordu. Çoğunlukla Tarkovski, Bresson, Dreyer veya Ozu gibi yönetmenlerle karşılaştırılan Kaplanoğlu, kendi deyimiyle manevi gerçekliğin arayışında bir sinema yapmakta. Çoğunlukla 'aşkın' (transcendental) diye deadlandırılan bu yaklaşımın ülkemiz sinemasında bir karşılığım bulmak gerçekten zor. 


Kaplanoğlu, seküler algının dışında bir sinema yaptığı gibi, maneviyat veya inanç kavramlarına yoğunlaşan çoğu Türk filminin didaktik, neredeyse propagandaya odaklı tavrım da reddediyor. İşte bu nedenle, özellikle Yusuf Üçlemesi Türk sinemasında özel bir yere sahip. Üstelik sadece teolojik bir bakış açısıyla yorumlanabilecek filmler de değil bunlar. Yusuf'un hikayesinde herkesin kendisinden bulabileceği unsurlar mevcut; babayı kaybetmek, anneden kopmak, taşradan kaçma isteği, bir erkeğe biçilen rollerin onda yarattığı baskı, sanatçının yalnızlığı, kendi geçmişine dönüp bakma ihtiyacı, vs. gibi. "BaF'a Türk sinema tarihinde ayrıcalıklı bir yer kazandıran diğer unsuru da unutmamak gerek. Kaplanoğlu'nun filmi 2010 yılında Berlin Film Festivali'nde yarışmış ve Metin Erksan'm "Susuz Yaz"ından 46 yıl sonra, Altın Ayı ödülünü kazanan ikinci Türk filmi olmuştu. (E.E.) SİNEMA En İyi 100 film

'SÜT'ÜNÜ KAP DA GEL! (Bal)
Semih Kaplanoğlu’nun “Yumurta” ve “Süt” ile başlayan üçlemesini tamamlayan “Bal”, yönetmenin neyin peşinde olduğunu özetleyen anahtar bir proje. Her birinde karakterin farklı dönemlerine göre kurduğu ruh hali portreleriyle de, ne kadar zeki ve film gramerinden haberdar bir yönetmen olduğunu kanıtlıyor Kaplanoğlu. O filmlerde de gördüğümüz Yusuf’un ve ailesinin özündeki gerçekler bu film sayesinde somut anlamda açığa çıkıyor. Zaten bu sebepten olmalı ki, “Süt” ve “Yumurta”nın altında bir yapıt karşımızdaki.


Türk minimalist sinemasının son yıllardaki en başarılı isimlerinden Semih Kaplanoğlu imzalı “Bal” (2010), bildiğiniz gibi şubat ayında Berlin Film Festivali’nin büyük ödülü olan Altın Ayı’ya uzandıBu da aslında Türk sinemasının uluslararası alanda şu ana kadar yakaladığı birkaç büyük başarıdan biriydi. Sebebi ise çok basitti. 90’ların sonunda yükselen ‘sanat sineması’ geleneğimiz artık fazlaca profesyonelleşmişti. Bu durumun da meyvesini Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Yeşim Ustaoğlu yiyordu .
Türk insanının dini varoluşu üzerine İlginç bir şekilde bu isimlerin arasına girmeyen Zeki Demirkubuz, aradan farklı alanlara açılmaya tercih eden bir yönetmen olarak sıyrılıyordu. Bu duruşuyla da yerelleşiyordu aslında. Ancak Kaplanoğlu’nun “Yumurta” (2007), “Süt” (2008) ve “Bal”dan oluşan üçlemesinin minimalist sinemamız için mihenk taşı olduğunu not düşmek lazım. En azından sinemamızda uluslararası alanda böylesine ses getirmiş bir üçleme daha yok.


Üstelik bu ‘Yusuf’un yani dinsel insanın hikayesine uzanıyor. Kaplanoğlu’nun karakterin ismini koyarken ‘Hz. Yusuf’tan esinlendiği ortada öyle ki. “Yumurta”da kişinin artık bir şair olmuş, İstanbul’da yaşayan bedenini; “Süt”te ise ailesinin yanında kariyerine karar verme aşamasını gördükten sonra; “


Bal”da onun yetişme dönemini kanıksıyoruz.
Üç filmi de minimalist bir sinema anlayışıyla çeken Kaplanoğlu, belli ki ayrımlarını objektif ve ruh hali üzerinden yapıyor. Bir karakterin gelişim sürecini tersinden anlatarak da dünya sinemasındaki üçlemelerle rekabete girme olanağına kavuşuyor.


İlk filmde daha bir orta ölçekli objektiflerle çalışan yönetmen, ruh halini yalnızlık odaklı kurarken bir hikaye de anlatmıştı. Karakterin yalnızlık sebebini kapitalizme bağlamıştı. İkinci film ise daha bir Tarkovsky’vari yolculuğa çıkarıyordu bizleri. Ses, görüntü ve alt metinler açısından bir hayli zorlayıcı ancak her anı ‘öznel’ kokan bir filmdi “Süt”. Üçlemenin ise en fazla geniş açı objektif kullanan halkası idi bu eser.


Yeniden doğum peşinde bir karakterin öyküsü
“Bal”a geldiğimizde ise karakterin en küçük haliyle yüzleşiyoruz. Böyle olunca da yine öznel bir yolculuk hakim. Ancak bu sefer daha rahat anlaşılır ve meselesi belli bir dramatik yapı kurulmuş. “Süt”teki o ‘yılan’ ve ‘alabalık’ gibi metaforik öğeler burada yok öyle ki. “Bal”da o semboller, daha çok çocuğun kabuslarıyla yer değiştirmiş. Öyle ki burada Yusuf’un ‘hayata giriş korkusu’ ele alınıyor. Bu da aslında “Süt”teki ‘göl’ kullanımının yerine ‘orman’ı geçiriyor “Bal”da. Orayı karak-terin doğal ve yeni doğmuş halinin bir metaforu olarak ‘hayata giriş merkezi’ konumuna yerleştiriyor Kaplanoğlu. Bu da mitolojik bir ‘doğum’ salgılıyor elbette..


Anne-babasının müslümanlıktan nasibini almış din ile haşır neşir yaşayışından kurtulmak isteyen, bu sebeple de başını su birikintilerine sokup ‘safkan bir yeniden doğum’ arayan karakterin hikayesi böylesi yollarla tasvir ediliyor. Aslında bu doğrultuda da yönetmen daha dar açı objektifler kullanıp, karanlık, dinginlik ve fluluk gibi çerçeve alanında olabilecekleri yerine göre yerleştiriyor. Bu yönüyle de öznel bir görsel yapı kuruyor. Yusuf üçlemesinin en rahat izlenir filmi Yusuf’un psikolojisini anlatmaya plan sekanslar yani kesintisiz sahneler ile başlayan yönetmen, önce karanlığı işin içine sokup sıkışmışlığını sinemalaştırıyor. Ardından ise ‘flu’ arka plan veya ön plan kullanımıyla belirsizliğin daha da kesinleştiğini tasvir ediyor. Öyle ki Kaplanoğlu’nun amacı ikinci filmdeki ‘kariyer çıkışsızlığı’ ile birinci filmdeki ‘ölüm ve kapitalizm sıkışmışlığı’ sorunlarını burada daha çocuksu hale sokmak aslında.


O karakterin mütevazı ruh halinin de izini dar açı objektiflerle sürüyor. Zaten bu lens kullanımı da daha çok Amerikan popüler sineması örneklerinde görülür. Bu sebeptendir ki film, yönetmenin önceki eserlerine göre (daha üslubunu oturtmadığı “Herkes Kendi Evinde”yi bir kenara koyarsak) daha rahat izlenir bir yapıya bürünüyor.


Ana tema ‘Türk toplumundaki kaçınılmaz ölüm’ olmalı Elbette iki tane yolun ucunun görünmediği sekansın, geniş açı objektifle çekildiğini de unutmamak lazım. Yine de bu durumun, serinin ruhuna uygun bir şekilde cereyan ettiği söylenebilir. Öyle ki bu ‘alan derinliğiyle netleştirilen uzun yol’ kullanımı, “Yumurta”nın açılışındaki ölüm sahnesinde, “Süt”te ise karakterin yol aldığı birkaç sekansta var idi. Zaten yönetmenin “Yumurta”da üçlemenin özüne sinen bu öğeyi ölüme bağlayıp, onu serinin ilk film yapması da gayet doğal. Zira üçlemenin daha çok bu kavram üzerine olduğunu ispatlayan bir durum.
Üçlemenin mesajını çözümleyen film


Genel anlamda bakınca “Bal”, üçlemenin özündeki mesajı çözümleyen film olarak önemli bir yere oturtulabilir. Öyle ki burada alt açı, üst açı gibi görsel tercihlerle gösterilen ‘ayin yeri’ ve Yusuf’a dua okutulması gibi hayata hazırlanılan anlar var. Yusuf’un da anne babasının sağcı olduğunu rahatlıkla anlıyoruz.


Onun hikayesinin de Anadolu’daki böyle yaşamlardan kaçış üzerine kurulu olduğunu kavrıyoruz aslında. Bu sebeple de “Bal”, sinemasal anlamda bakınca Kaplanoğlu’nun filmografisinin -“Herkes Kendi Evinde”yi bir kenara koyunca- en zayıf halkası olmasına karşın, üçlemenin altındaki manayı kavramamız için anathar film aynı zamanda.


Bu doğrultuda üçlemenin görsel bütünlüğünü de aydınlatıyor aslında. Böylece Yusuf üçlemesinin tersinden bir ruhsal yolculuk olduğu ve her objenin bir öznel dünyayı tasvir etme amacı güttüğünü tasvir ediyor. Objektif tercihleri, açı tercihleri, dinginlik ve müziksizlik de buna göre yol alıyor elbette.“Bal”, aynı zamanda serinin süt, yumurta ve balın en somut şekliyle karşımıza çıktığı da ilk filmi. Üçlemenin son halkasına ismini veren balın da zaten babanın işinden kaynaklandığını öğreniyoruz. “Süt”ün büyümeye, “Yumurta”nın değişime hitap etmesinden biraz daha somut bir metafora dönmüş Kaplanoğlu burada. Bu tercihi belli ki Bora Altaş’ın şirinliğini ve sempatikliğini öne çıkarmak için yapmış.


Kabus sahnesi minimalist olur mu? Tabii “Bal”ın kabus sahneleriyle bir ‘çocuğun ruhsal dünyası’ odaklı yürümesine karşın, yine minimalist dokuyla çekilmiş anlar sunmasını çok da doğru bulduğumu söyleyemem. Bu bir çocuk ruh hali olduğuna göre biraz daha masalsı bir hava katabilirmiş Kaplanoğlu. Ancak belli ki ‘kendi dünyasına uygun’ hale getirmek istemiş elindeki ‘kişisel akan hikayeyi’…


Bu sebeple de bu konuda genel yorumum olumluya meyledebilir. Öyle ki ormanı hayal objesi olarak kullanırken özellikle son 10 dakikada zirve yapıp ucu açık sonu ‘korkutuculuk’la bağlaması da bu durumdan biraz olsun kurtarıyor “Bal”ı... (Kerem Akça, haberturk.com internet sitesinde yayımlanmıştır)


https://www.youtube.com/watch?v=1vfTfu9uEyI

FİLMİ TAM İZLE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder